thejrc.org
Bugun...
Bizi izleyin:


Tuygan Çalıkoğlu


Facebookta Paylaş









Siyasal Yozlaşmanın Sonucu: Rüşvet
Tarih: 04-09-2022 10:28:00 Güncelleme: 04-10-2022 10:34:00


Rüşvet, siyasal karar alma sürecinde ortaya çıkan patolojik bir durum. Yaşanan sorunların bir türevi. Rüşvetin bireysel ahlak ve toplumsal kültürle yakın bir ilişkisi var. Ancak rüşvet, bürokrasinin iş yapma biçiminden, mevzuata; politik süreçlerden, ülkenin içinde bulunduğu istikrasızlığa kadar birçok nedenden kaynaklanıyor.

 

Rüşvet ve yolsuzluk her toplumda var. Özellikle kurumsal gelişimini tamamlayamamış toplumlarda.Hızlı ve kökten değişim geçiren, ekonomik ve siyasal açıdan sorunlu toplumlar bunlar. Kural tanımaz insanların boy gösterdiği, yasadışı tutum ve davranışların rahatlıkla sergilendiği,dolayısıyla rüşvet ve yolsuzluğun sıklıkla görüldüğü toplumlar.

 

Rüşvet bireysel bir olay değil. Devletin, bürokrasinin, siyasal işleyişin bir fonksiyonu olarak ortaya çıkıyor. Bu nedenle bir sistem sorunu olarak ele alınması gerekiyor. Rüşvet verilmesini yaratan bir zemin olmadan, kişinin rüşvet verme davranışına girmesi mümkün değil. Devlet yönetiminde merkeziyetçilik egemense, bürokrasinin illegal tutum ve davranışlar sergilemesi sıklıkla görülür. Bu yapılarda yönetimlerin yozlaşması çok doğaldır ve olağan kabul edilir. Siyasal ve bürokratik yapılarda; tepe yönetimlerden en alt birimlerine kadar, her düzeyde yaşanan rüşvet, partizanlık, adam kayırmacılık bu yozlaşmanın somut örnekleri.  Bu süreçte; bazı insanlar “torpil” ve “rüşvet” aracılığı ile istedikleri hizmeti alırken, bunları vermeyen ya da veremeyen insanlar mağdur oluyorlar.

 

Türkiye’de de yönetsel yozlaşma yıllardır yaşamımızın bir parçası. 2002 yılında Ak Parti, 3Y diye adlandırdığı sloganla iktidara geldi. Neydi 3Y? Yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklar. Bugün Cumhurbaşkanı olan Erdoğan Ak Parti’nin kuruluşunda, bu 3Y ile mücadele sözü verdi. Ancak bugün bırakın 3Y’yi bitirmeyi, göstergeler 2002 öncesinden çok daha kötü bir noktaya geldiğimizi gösteriyor. Bugün Sedat Peker’in akıl almaz ifşaatları havada uçuşurken, hiç kimseden yalanlama yok. Ancak soruşturma da yok. Hem de rüşvete karıştığı iddia edilen kişilerin adları, yazışmaları, videoları ve ele geçirdikleri varlıklar saati saatine ortada iken soruşturma yok. Kamuoyu araştırma şirketlerinin ölçümlerine göre, Ak Parti seçmeninin bile büyük bölümü Peker’in açıklamalarını doğru kabul ediyor. Durum gerçekten vahim. Çünkü adı geçen kişiler sıradan kişiler değil. Devletin bürokrasisinin tepe noktalarında görev yapan, hatta Cumhurbaşkanına danışman kadrosunda yer alan, Üniversite Rektörü, Milletvekili sıfatına sahip kişiler. Milyonlarca dolara ulaşan mal varlıkları inanılır gibi değil.

 

Memnuniyetle karşıladığım bir boyutu da var bu olayların. Dikkat ediyorsanız kamuoyu bu kez farklı tepki veriyor. Rüşvet, yolsuzluk ve çökme olarak tanımlanan bu iddialara karşı verdiği tepki, daha öncekilerden çok farklı. Örneğin 17/ 25 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonunu hatırlayalım.  2013- 2014 yıllarında yürütülen ve bazı kamu kurum ve kuruluşları ile aralarında dört bakanın da yer aldığı kamu görevlilerinin görevi kötüye kullanma ve rüşvet ile suçlandığı soruşturmaya verdiği tepki, bugünkünden çok farklıydı. Kamuoyu genelde ilgisizdi. Üstelik dönemin İçişleri Bakanı Muammer Güler’in oğlu, Ekonomi Bakanı’nın Zafer Çağlayan’ın oğlu, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın oğlu, Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan, İş Adamları Ali Ağaoğlu, Rıza Zarrab ve Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’in de aralarında bulunduğu tam 89 kişi gözaltına alınmasına karşın kamuoyunun verdiği tepki, Peker’in son ifşaatı sonrasında verdiği tepkiyle karşılaştırılmayacak kadar düşüktü. Dikkat edersek muhalif siyasal partilerin neredeyse tamamı, kamuoyundaki bu tepkiler üzerine, ilk kez savcılığa başvurarak suç duyurusunda bulundular. Bugünkü makalemin konusu, kamuoyunun sergilediği bu davranış farklılığı. Bugünkü makalemde, bu farklılığı sorgulamak ve nedenlerini sizinle paylaşmak istiyorum.

 

Ak Parti 2002 seçimlerinde yüzde 34 oy aldığı halde; TBMM’nin üye sayısının yüzde 66’sını elde ederek, tek başına hükümet kurdu. O tarihten bu yana da Türkiye’yi yönetiyor. Ak Parti iktidarını; yükseliş dönemi olan 2002- 2013 ile gerileme dönemi olan 2013- 2021 olarak, iki ayrı dönemde ele almamız gerek. İktidara geldiği 2002 yılından 2013 yılına dek; makro ekonomik göstergelere bakarsak, genelde bir iyileşme söz konusuydu. Bu dönemde dünyada dolaşımda olan para miktarı çok yüksekti ve adeta gidecek yer arıyordu. Türkiye bu dönemde, hem doğrudan yatırım için gelen sermayeyi hem de sıcak para olarak tanımlanan finansal sermayeyi fazlasıyla kendisine çekti. AB ile tam üyelik için başlatılan müzakereler açılan fasıllar, Kopenhag ve Maastricht kriterlerine ulaşma çabası yabancı sermayenin gelişinde çok etkili oldu. Ancak 2013’den sonra Ak Parti’nin rotası ve yönetim anlayışı değişti, hedeflerden uzaklaşmaya başladı. Çok farklı arayışlarla adeta savruldu. Ortak akıl ve istişareden her geçen gün uzaklaştı ve kadroları dağıldı, liyakat terk edildi. 2017 yılında yapılan Referandum ile Parlamenter Sistem terk edildi ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçişin yolu açıldı.2018 Haziran’da yapılan seçimlerle Türkiye’de yeni bir dönem başladı. Otokratik bir dönem, yani başkanın bütün siyasi yetkileri tek başına elinde bulundurduğu bir dönem. Bu sistem değişikliğinden sonra, bütün makro ekonomik göstergeler bozuldu, kamunun, özel sektörün ve hane halkının borçlarının arttı, ekonominin daraldı, işsizlik, enflasyon başta olmak üzere bütün göstergeler Ak Parti’nin yeni döneminde iyice bozuldu. Bir bölümünü aşağıda görebiliriz;

Ak Parti ekonomi yönetiminin dünyanın tersi iktisat politikalarında ısrar etmesi sonucunda; 2021 Ekim ayından itibaren, artık kontrol edilemeyen bir sürece girdik. Politika faizinin yüzde 14’e düşürülmesinden sonra ihracat patlayacak, cari açık sorunu kalmayacak ve lira döviz karşısında yükselişe geçecekti. Ne dendiyse tam tersi oldu. MB rezervlerindeki (128+ 64) toplam 192 milyar dolar arka kapıdan satılarak heba edildi, ancak dolar kuru hala 18’lerde. KKM diye bir uygulamanın yıllık devlete maliyeti 250- 300 milyar lira. Bu yoksuldan zengine benzeri görülmemiş bir servet transferi demek. Neden yapılıyor? Ödemeler dengesini tutturmak için. Ak Parti’nin tüm derdi, seçime kadar bu dengeyi korumak ve temerrüde düşmemek. Çünkü MB’nde dolar yok. Doları, lira gibi basmak da mümkün değil. Lira ödemelerinde ise, MB karşılıksız olarak para basıyor ve para tabanı trilyonlarca lira artıyor. Böyle olunca da tabi ki enflasyon çığırından çıkıyor. TÜİK’e göre enflasyon yüzde 80’lerde, ancak gerçek enflasyonu bağımsız ENAG yüzde 176 olarak açıklıyor. 4 kişilik ailenin yoksulluk sınırı 22 bin liraya ulaştı. Açlık sınırı 6 bin 890 lira. Genel ücret haline gelen, ülke insanının yüzde 65’inin ücreti olan asgari ücret ise sadece 5bin 500 lira.

 

 

Ekonomideki bu olumsuzluklar sonucu vatandaşın hem beden hem ruh sağlığı bozulmuş durumda. İnsanlar gergin. Bu nedenle; 2013 rüşvet ve yolsuzluk operasyonuna göstermediği tepkiyi, bu kez gösteriyor. Çünkü çaresiz, umutsuz ve gelecek tahayyülü kalmamış durumda. Barınma ve ekmek peşinde. Bıçak kemiğe dayanmış sesini duyan yok. Birileri de halkın milyarlarca dolarını götürüyor.  Vatandaş bu nedenle Sedat Peker’in ifşaatlarına bu kez destek veriyor. Kim olursa olsun halkın yoksulluğuna, yoksunluğuna yol açan bu kişilerden hesap sorulmasını istiyor. Zaten siyasal partiler bunu gördükleri için suç duyurusunda bulundular. Dikkat ederseniz Ak Parti de bir tepki vermedi.

 

Sedat Peker seçime dek daha çok ifşaatlar yapacağını söylüyor. Muhalefetin yapamadığını tek başına yapıyor, kamuoyu oluşturuyor. Hem de“suç örgütü lideri” sıfatıyla anılan bir kişi olarak yapıyor. Muhalefete yön veriyor, onları ataletten kurtarıyor. Halkın büyük bölümünü de arkasına almış durumda. Yaşananlar son derece ibret verici. Yolsuzluk olaylarının artması devletin gücünü kaybetmesi demek. Topluma aktarılması gereken kaynakların azalması demek. Gelir dağılımında adaletsizliğin artması demek. Dolayısıyla refah seviyesinindaha da aşağılara inmesi demek. Ahlaki yozlaşma, kaybolan toplumsal değerler,toplumsal barışı tehdit ediyor. Bu patolojik bir durum ve sürdürülmesi mümkün değil.

 

Erdoğan’ın, Peker’in iddialarına karşı sessizliğini bozması gerekiyor.Çünkü,Ak Parti’yi kurarken bu ülkeye verdiği bir söz var. Yolsuzluğu, yoksulluğu ve yasakları kaldırma sözü. Yeniden aday olmak istiyorsa; öncelikle 20 yıllık tek başına iktidarında, neden bu sorunları bırakın çözmeyi, tersine büyüttüğünü sorgulaması gerek. Bilmeliyiz ki; hepimiz sınırlı bir süre için bu dünyadayız ve zamanı gelince bu dünyadan ayrılacağız. Önemli olan iyi bir iz bırakabilmek. Bütün mesele bu. Erdoğan’ın“inançlı” bir kişi olarak, bu “içsel hesaplaşmayı” yapmasını, kaçınılmaz bir ihtiyaç olarak görüyorum.

 

Tuygan ÇALIKOĞLU



Bu yazı 22919 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

ÇOK OKUNAN HABERLER
FOTO GALERİ
  • Bebişler
    Bebişler
  • Yurdum İnsanı
    Yurdum İnsanı
  • FANTASTİK
    FANTASTİK
  • ATATÜRK
    ATATÜRK
FOTO GALERİ
VİDEO GALERİ
  • Doğtaş Mobilya'dan 18 Mart'a Özel Video
    resim yok
  • 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi 108'nci Yıldönümü
    18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi 108'nci Yıldönümü
  • Çanakkale 2015 Tanıtım Filmi
    Çanakkale 2015 Tanıtım Filmi
  • Barışın ve Özgürlüklerin Kenti "Çanakkale"
    Barışın ve Özgürlüklerin Kenti
  • TSK'dan Muhteşem Çanakkale Türküsü
    TSK'dan Muhteşem Çanakkale Türküsü
  • Çanakkale Gangnam Style
    Çanakkale Gangnam Style
VİDEO GALERİ
YUKARI