Liyakat toplum olarak en çok “eksikliğini” hissettiğimiz bir kavram. Toplumsal ahlakı derinden etkiliyor. Pratikte anlamı“çıkar” çatışmasından “uzak” durmak demek. Bizim çok ünlü bir atasözümüz var; “Bal tutan parmağını yalar”. Yani; suyun “başını” tutan, suyu kendi menfaati için kullanmayı “hak” görür. Bu tarz ilişkilerin yarattığı “çatışmanın” durdurulmasının tek yolu liyakattir. Ancak Türkiye’de liyakatin “adı” bile geçmiyor; hele “siyasette” ve siyasetin güdümündeki “kamu” kuruluşlarında “liyakat hak getire”.
Liyakatin sözcük anlamı, “layık olma”, “yaraşır olma” demek. Yani, bir işte başarı göstermek, bir işe uygun, yetenekli ve elverişli olmak anlamında kullanılıyor. Başta “siyaset” olmak üzere tüm yaşam alanlarına bakalım. Görev ve sorumluluk verilenlerin neredeyse tamamı,“nesnel” kriterlerle o göreve getirilmiyorlar. Özel sektördeki “kurumsal” firmaların dışında, özellikle kamusal alanda atamaların temelinde “mensubiyet” ve “aidiyet” var. İşi layıkıyla yapabilmek için gerekli “liyakat” hep yedekte. Sonra herkes şikâyet ediyor; “Neden işler istendiği gibi gitmiyor, sorunlar neden çözülmüyor” diye.
Liyakat yaşamın “her” alanında öne çıkmak zorunda. Piyasanın oluşmasından, süreç verimliliğine; yargıçların karar vermesinden, kamu hizmetlerinin sunulmasına; tüm okulların ve üniversitelerin yönetiminden, basının doğru haber vermesine kadar toplumsal iş bölümünün olduğu her yerde gerekli. Bugünkü yazımda özellikle “siyasette” ve onun güdümündeki “kamu” kuruluşlarında liyakatin “önemine” değinmek istiyorum.
Kamu yönetimi,“devletin” vatandaşlara yansıyan yüzüdür. Devletin “başarısı” kamu yönetiminin başarısına bağlıdır ve siyaset ile doğrudan ilişkilidir. Kamu yönetiminin başarılı olması; “sorunsuz” ve “kaliteli” hizmet vermesi demek. Ortada bir başarısızlık varsa bunun nedeni; benimsenmesi ve hayata geçirilmesi gereken kriterlerin “esnetilmesi”, “uygulanmaması”, nihayetinde“terk edilmesidir”. Temel kriter liyakat olmalı. Kamu yönetiminde liyakatin benimsendiği söylense de uygulamada bu ilkenin göz ardı edildiği çok net. Bu durum yönetsel zafiyet oluşturuyor ve sorun yaratıyor. Yani devletin sunduğu hizmetlerin kalitesi düşüyor, devlete zarar veriyor. Çünkü kamu yönetiminin sunduğu hizmetlerin kalitesi, yönetimin liyakat ve adalet anlayışı ile doğrudan ilişkili. Liyakatin olmadığı, adaletin temel ilkelerinin uygulanmadığı yönetimlerde “insandan” yararlanmak da söz konusu değil. Dolayısıyla vatandaşın beklediği hizmetleri alabilmesi, ihtiyacının karşılanabilmesi mümkün değil.
Tarihsel süreçte; yönetimlerde liyakat kavramının hep “öne” çıktığını görürüz.Çok net bir fikir birliği var. Platon’dan, Weber’e kadar tüm düşünürler liyakatin önemine değinirler ve kavramın yaşamsal önemine işaret ederler. Devleti yönetenler görevleri ile ilgili gerekli bilgilere sahip olmaları istenir. Platon emanetin “ehline” verilmesini, ancak “liyakatli” bir yönetimde “adaletin” sağlanabileceğini söyler. Weber kendisinin oluşturduğu bürokrasi teorisinde “liyakati” temel ilke olarak ifade eder.
ABD liyakat sistemini “ilk” kez uygulayan ülkedir. 1883 yılında personel sisteminin temel ayağı olan liyakat sistemini kurmuştur. Personel alımında “kayırmacılığın” engellenmesi ve “liyakatin” kamu yönetimine hâkim olması için 1978 yılında “Liyakat İlkesi Koruma Kurulu oluşturulmuştur. Kurul, liyakat ilkesinin ve hukuk kurallarının yönetim tarafından uygulanıp uygulanmadığını denetlemektedir. İngiltere’de de liyakat ilkesi etkin bir şekilde uygulanmaktadır. Amaç nitelikli personel alınmasının sağlanmasıdır. İngiliz personel sistemini yönlendiren bir yasal metin bulunmaktadır. Liyakat ilkesi, “açıklık” ve “eşitlik” ile birlikte benimsenmiştir. Liyakat Koruma Kurulu, kamu kurumlarını sürekli denetlemektedir. Almanya personel sistemi konusunda Avrupa’nın önde gelen ülkesidir. Liyakat sisteminde; kamu personeline, göreve başlamadan önce birkaç yıl “staj” zorunluluğu bulunmaktadır. Memurlar seçimi ve yerleştirilmesi bu süreçte gerçekleşir. Türkiye’de ise; liyakat ilkesi ile ilgili “teorik” düzenlemeler olsa da “pratikte” bir karşılığı yoktur. Özellikle “mülakatın” var olduğu sınavlarda “liyakat” ilkesi göz ardı edilmektedir. Terfilerde “kıdem”, liyakate tercih edilmektedir. Atamalarda ise, siyasal partilerle“aidiyet” ilişkisi“önceliğe” sahiptir.
Devleti “hükümet” yönetir. Hükümet; parlamento güvenine sahip olan ya da olmayan, yasama organı tarafından seçilen veya atanan bir yürütme başkanının olduğu “insan” grubudur. Demokrasiyle yönetilen ülkelerde siyasal iktidarın “meşruiyeti” halk iradesiyle sağlanır. Yönetilenler, yönetenleri “özgür” biçimde ancak “gerçek” demokratik rejimlerde seçebilirler. Halk temsilcilerini seçmek için oy kullanır. Ancak seçmen partiye oy vererek, sadece partinin yaptığı“listeyi” onaylar. Kendi iradesini kullanamaz. Çünkü listedeki adayların yerini değiştirmesi mümkün değildir. Ülkemizdeki sistem budur. Genel seçimlerde partiler aldıkları oy karşılığında milletvekili çıkarırlar, ancak halkın bu vekillerin belirlenmesinde bir iradesi söz konusu değildir. Milletvekilleri “milletin” değil, “partilerin” vekilleridir.
Siyasal partiler listelerini nasıl yaparlar? Liyakat belirleyici kriter midir? Hayır, değildir. Dahası, listeler ister genel merkez ister delegeler, isterse üyelerle yapılsın “halk” bu sürecin dışındadır. Ocak 2023 itibarıyla Türkiye’de siyasal parti sayısı tam 122; bunların sadece 14’ü TBMM’de temsil ediliyor. En büyük iki partiden; Ak Parti’nin 11 milyon 241 bin, CHP’nin ise 1 milyon 618 bin üyesi var. Toplam seçmen sayısı ise, Mayıs 2023 itibarıyla 64 milyon197 bin. Düşünün; kabaca 64 milyonluk seçmenin karşısına çıkarılan aday listelerini “üyelerle” bile yapsanız, ki yapmıyorlar, vatandaşın kararda hiçbir iradesinin olmadığı anlaşılır. Yani, “katılımcı demokrasi”, “vatandaşın iradesi” kavramlarının içi boş. Sadece lafta var. Zaten bu nedenle “temsili demokrasi” krizde ve artık “sürdürülebilir” değil.
Bu sorunu yaratan siyasal partiler. Yönetimlerinde liyakate yer verdiklerini söylemek zor.Genelde “vasat” beyinlerle çalışıyorlar. Çünkü“sormayan”, “sorgulamayan”, “itiraz etmeyen” kişilerle yapılan siyaset bir “risk” taşımıyor. Yani, yönetenlerin “inisiyatifi” kaybetme riski yok. Bu kişiler, yıllarca genel başkan olarak kalabiliyorlar,6- 7 dönem milletvekili olabiliyorlar. Ne demokrasi ama? Padişahlık gibi bir şey. Dahası, bu insanlar hiç utanmadan, sıkılmadan “değişim” talep ediyorlar; hem de ciddiye alınacak hiçbir “bildirge” ortaya koymadan ve hem de yerlerini “koruyarak”“değişim” talep ediyorlar. Önce kendileri gitmeleri gerekirken değişim istemek nasıl bir mantıktır? Değişime en büyük “direnç” gösteren kendileri. Vahim olan da bu insanların “hala” umut olabilmeleri. Ünlü söz; “İnsanlar layık oldukları şekilde yönetilirler” der, ancak durum artık sürdürülebilir değil. Tümünün tasfiyeleri şart.
Mart 2024’te belediye başkanlarını seçeceğiz. 17. Yüzyıldan kalma “ulus devletlerin”, 21.Yüzyılın sorunlarını çözmekte“aciz” kalmaları sonucu,“önemi “giderek artan belediye başkanlarını. Günlük yaşamımızda ihtiyaç duyduğumuz hizmetleri bize sunan, yaşamımızı kolaylaştırmak için görev yapmaları beklenen belediye başkanlarını. Halka hizmet için görev yapacak olan bu kişileri siyasal partiler “genellikle” bildik yöntemlerle belirleyecekler. Yani aidiyetle, mensubiyetle, ama liyakatle değil.
Liyakatin; kamu yönetimindeki “yaşamsal” önemini, yukarıda “geniş” bir bakış açısı ile ortaya koydum. “Etkili”, “verimli” ve “adaletli” olmak için liyakat şart. Yerel yönetimler devletin yereldeki karşılığıdır. Sunduğu hizmetlerin kalitesi de bir şekilde devletin yüzüdür. Belediye başkanlığı günümüzde “herkesin” layıkıyla yapabileceği bir iş değil. Siyasal partiler bu ihtiyacı görmeli ve bu bilinçle adaylarını “liyakat” temelinde belirlemelidirler. Vatandaşın beklentisi bu yönde. Siyasal partiler yeni bir yaklaşımla; seçmeni “kul” olarak değil, “birey” olarak görmeye başlamalı. Yani, “kendi” tercihi olan insan olarak. Ona saygı duymalı, onu dinlemeli ve onun beklentilerini dikkate almalı. Tabi ki insanımız da kul olmayı reddetmeli, birey olmayı başarmalı. Yoksa “yeniden” düş kırıklığı yaşamamız kaçınılmaz.
Tuygan ÇALIKOĞLU