thejrc.org
Bugun...
Bizi izleyin:


Tuygan Çalıkoğlu


Facebookta Paylaş









İnsan Değişmeden Toplum Değişmez
Tarih: 19-12-2021 10:38:00 Güncelleme: 19-12-2021 10:38:00


Her yerde kaos var, yoksulluk var. İç dünyamız gibi dış dünya da karmakarışık. Hiçlik, tükenmişlik ve tahayyülsüzlük sıklıkla yaşadığımız ortak duygular. Çıkış arıyoruz, mücadele ediyoruz, ancak bu çabaların umut verdiğini söylemek zor. Çözüm için, bu nesnel gerçekliği görmeliyiz. Düşüncelerimizde ve davranışlarımızda radikal bir değişime olan ihtiyacımızı anlamak için, bir farkındalık gerekli. Bizi yaşadığımız kaotik süreçten kurtaracak olan bir lider değil, bir öğreti değil. Kendimizde radikal bir dönüşümü başlatmalıyız. Bu amaçla bugüne dek bize öğretilen; bir ideal, bir inanç olarak kabul ettiğimiz bütün şablonları terk etmemiz gerek. Çünkü değişimi ve davranışları şablona sokmak, değişimi doğmadan öldürmek anlamına gelir. O zaman da, ne kendimizi ne de dünyayı değiştirebiliriz.

 

Yukarıdaki paragrafı; var oluşu anlamlandırma sürecimde bana rehberlik yapan, dünyanın en önemli düşünürlerden Jiddu Krishnamurti’nin yaşam felsefesinin bir bölümünü yansıtmak için yazdım. Bu sıra dışı düşünürün yaptığı bütün konuşmalarının odağında “değişim” meselesi var. Çünkü insan dâhil, bütün türlerin hayatlarını sürdürmesi, sürekli değişen çevre ile uyumlarına bağlı. Ancak bedensel değişimleri kabullenmekte zorluk çekmeyen insanın, zihinsel değişimi gerçekleştirmesi oldukça sorunlu görünüyor. Bunu destekleyen pek çok kalıplaşmış düşünceler var. Örneğin, “Beni olduğum gibi kabul etmelisin” ya da “O asla değişmez” gibi. Değişimi yaratan faktörler, ya olaylardan ya da başkalarının zorlamasından kaynaklanıyor. İnsan değişimi zihinsel olarak gerekli görse bile, buna çevresine bakarak karar verme eğiliminde. Onay arıyor, çünkü özgür değil.

 

Krishnamurti, değişim için, öncelikle ciddi bir insan olmamızın gereğini vurgular, ilişkilerimizi, düşüncelerimizi ve inançlarımızı sorgulamamızı ister. İnsan ancak dönüşüme ihtiyacı olduğunu anladığı takdirde değişim sürecini başlatabilir. Bunu fark etmiyorsa, dünyada neler olup bittiğine bakması gerek. Gördüğü; çatışma, şiddet, kargaşa ve bitmek tükenmek bilmeyen acılardır. Krishnamurti farkındalığa ulaşan bu insana “Senin sorumluluğun nedir?” diye sorar. İnsan, savunma refleksi ile yaşanan kaotik durumla bir ilişkisinin olmadığını söyleyecektir. Ancak Krishnamurti bu itirazı asla kabul etmez; çünkü dünyanın devasa sorunları karşısında, artık kimsenin sıradan bir insan olma lüksü yoktur. Hepimiz bu dünyada yaşıyoruz, bu nedenle sorun kişisel değil, evrenseldir.

Radikal değişim için “şimdiki zihin” halimizi gözlemlememiz gerekiyor. Hem de kınamadan, yargılamadan. Sonraki aşama zihnin derinliklerinde “hesapsız ve niyetsiz” yol almak. Bu zihinsel yolculuğu; düşüncelerimizin, bildiklerimizin bizi nasıl sınırlandırdığını, geçmişimizin bizi nasıl kısırlaştırdığını ve inançlarımızın büyümemize nasıl engel olduğunu fark etmek için yapmalıyız. Eğer insanın zihni sağlıksızsa, ya da bazı bakımlardan iyi işlemiyorsa, kişinin “nesnel iradesi” kaçınılmaz olarak bu kötü işleyişi yansıtacaktır. Bu nedenle, insanın zihnini gözlemlemesi çok önemli bir ihtiyaç, bir zorunluluk. Başkalarında “olanı” görme becerisi de buna bağlı. İnsanın ‘olan’dan başkasını anlayabilmesi için, önce ‘olanı’ anlaması gerek.

 

Kişinin bütün bunları gerçekleştirmesi hiç kolay değil. Büyük ölçüde “sorgulama ve analitik düşünme becerisi” ile “idraki ve kendilik bilgisi”ne ihtiyaç var. İnsanın “kendilik idraki” sorunlu ise, kişiliği kaygı, kimliği korku ile doludur. Bu duygular da insanı saldırgan ve yıkıcı kılar. Bu konuda çok değerli, bir özlü sözü hatırlatmak isterim; “Sekineti olmayanın sükûneti de olmaz”, yani nefisteki telaşı kesemeyen, kalp huzurundan yoksun insan, ne huzur bulur ne de huzur verir. Evlerimizi huzurlu ve güvenli alanlara dönüştürmenin yolu, seslerimizi ve sözcüklerimizi kontrol edebilmektir. Sesimizi yükselttiğimiz her ortamda, yarattığımız sadece şiddettir. Bu nedenle “zihinsel yolculuğu” her fırsatta, nefes alırken, düşünürken, yaşarken yapmamız gerekiyor. Bu aynı zamanda bizi rahatlatan, yolumuzu açan bir meditasyondur. Yaşamın hayranlık uyandıran derinliğini, enginliğini ve güzelliğini gözlemlemek çok değerli bir deneyimdir. Sevgiyi bu süreç yaratır ve anlamsız taleplerimizden arınmamızı sağlar. Zihinsel yolculuk; bizi yaşamın getirdiği sıkıntılardan, düş kırıklıklarından, boşlukta olmaktan ve çaresizlikten uzaklaştırarak, yerine çok daha anlamlı duygular koymamızın bir aracıdır.

 

Mevcut eğitim sisteminde; sorgulamadan itaat etmeyi, “uyum sağlama” olarak gören bir anlayışla yetiştiriliyoruz. Bu şekilde yetişen insanların gruptan farklı olması, çevreye karşı farklı bir duruş sergilemesi beklenemez. Başarıya odaklı mevcut eğitim sistemi; insanı ödül peşinde koşan, içsel ve dışsal güvenlik arayışına sokan ve koşulsuz itaat eden bir insan türüne dönüştürüyor. İnsan bu süreçte “yaşamın anlamını” anlamaktan uzaklaşıyor. Bu süreçte doğallığını kaybediyor, korkuları büyüyor ve hoşnutsuzluğu artıyor. Otoriteyi kabul etmek korkunun yarattığı sonuçlardan biri, ancak korkudan doğan hiçbir şey, sorunlarımızı anlamamıza yardım etmez. Kişinin otoriteye itaat etmesi, sadece zekânın değil, bireysel özgürlüğün de inkârı demek. Yaşlandıkça, zihinde ve yürekte oluşan donukluk da buradan kaynaklanıyor.

 

Neden yaşıyoruz? Bütün bu mücadele niçin? İyi bir iş sahibi olmak, basamakları çıkmak, unvanları kazanmak, daha etkin olmak ve başkalarının üstünde hâkimiyet kurmak için mi yaşıyoruz? Yaşamın anlamı bu denli yüzeysel mi? Mevcut sistem bireyin bütünleşmiş zekâsını harekete geçirmek yerine, onu belirli bir kalıbın içine sokmaya çalışıyor. Bu durum kişinin kendisiyle ilgili bir anlayış geliştirmesinin de en büyük engelini oluşturuyor. Sonuç olarak, varoluş sorununu kendi düzeyinde çözmeye çalışan çaresiz insanlar yetiştiriyoruz. Bu nedenle yaşamın anlaşılmazlığı ve kedere dönüşmesi kaçınılmaz oluyor.

 

Mesele otoriteyi reddedebilmek meselesi. Bunu başarmak, kuşaklar boyu taşıdığımız bir yanlıştan bir yükten kurtulmak demek. Peki, bunu yaparak ne kazanırız? Enerjimiz artar, kapasitemiz yükselir, daha çok çabalarız. Bunların sonucu olarak, gücümüz ve coşkumuz artar. Bilmeliyiz ki, kendimizi anlamak için bir otoriteye ihtiyacımız yok. Hiç durmayan, devamlı akış halindeki evrenin; canlı, hareket eden varlıkları olmak zorundayız. Krishnamurti, olaylara dünün “ölü” otoritesiyle bakarak, yaşam denen akışı, onun güzelliğini ve niteliğini anlayamayacağımızı hatırlatıyor. Bu nedenle, ister kendimizin, isterse başkasının olsun, her tür otoriteden kurtulmamızı, düne ait her şey karşısında tepkisiz olmayı tavsiye ediyor. Çünkü bunu yaparsak, zihnimizi taze tutar, daima genç kalırız. Hayat dolu ve tutkulu olmamızın yolu da budur.

 

Dünyanın her yerinde, insan yaşamı her geçen gün daha bir değersizleştiriliyor. Bunlara hepimiz tanık oluyoruz. Karşı karşıya olduğumuz tehditler çok büyük, ancak zihnimizi kullanarak sorunların üstesinden gelebilir ya da etkilerini azaltabiliriz. Bunun için hayatın asıl değerini ve olağanüstü potansiyelini görebilmemiz gerek. Belki de insan yaşamının devamı bunu yapabilmemize bağlı.

 

Tuygan ÇALIKOĞLU

 

Not: Konu ile ilgili daha fazla okumalar için kaynak kitaplar:

•             KRİSHNAMURTİ KİTAPLIĞI,  Jiddu Krishnamurti, Omega Yayınları

•             RUHSUZLUK, Tuygan Çalıkoğlu, Yol Akademi Yayınları



Bu yazı 20735 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
FOTO GALERİ
  • Bebişler
    Bebişler
  • Yurdum İnsanı
    Yurdum İnsanı
  • FANTASTİK
    FANTASTİK
  • ATATÜRK
    ATATÜRK
FOTO GALERİ
VİDEO GALERİ
  • Doğtaş Mobilya'dan 18 Mart'a Özel Video
    resim yok
  • 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi 108'nci Yıldönümü
    18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi 108'nci Yıldönümü
  • Çanakkale 2015 Tanıtım Filmi
    Çanakkale 2015 Tanıtım Filmi
  • Barışın ve Özgürlüklerin Kenti "Çanakkale"
    Barışın ve Özgürlüklerin Kenti
  • TSK'dan Muhteşem Çanakkale Türküsü
    TSK'dan Muhteşem Çanakkale Türküsü
  • Çanakkale Gangnam Style
    Çanakkale Gangnam Style
VİDEO GALERİ
YUKARI