thejrc.org
Bugun...
Bizi izleyin:


Tuygan Çalıkoğlu


Facebookta Paylaş









İktidar Şiddet Dilini Terk Etmeli
Tarih: 19-03-2023 09:26:00 Güncelleme: 19-03-2023 09:26:00


Duygu ve düşüncelerimizi, konuştuğumuz dil aracılığı ile aktarıyoruz. Karşı tarafa olumlu etkiler bırakabilmek için dili doğru kullanmak önemli. Aksi takdirde olumsuz etkiler yaratmak kaçınılmaz. Dilin işlevi, duygu ve düşüncelerin paylaşılmasına aracılık yapmak. Dil olmadan kendimizi ifade edemeyiz, dolayısıyla iletişim gerçekleşmez.

 

İktidar ortakları giderek özensiz, örseleyici bir dil kullanmaya başladılar. Karşılarında kim varsa aşağılıyorlar, hakaret ediyorlar. Dahası, bunu bir hak olarak görüyorlar. Bu davranışların, kendilerine getireceği hiç bir şey olmadığı halde yapıyorlar. Erdoğan’ın depremzedeler için açıklama yaparken kullandığı “Be ahlaksız, be namussuz, be adi” sözleri; Bahçeli’nin grup konuşmasında kullandığı “Akbabalar, kanı bozuklar, asalaklar, haşereler, sahtekârlar, mikroplar vs.” sözleri bu duruma örnek. Daha pek çok örnekler de var, ancak bunlar iktidarın kullandığı sorunlu dili ifade etmek için yeterli.

 

Etkili iletişim için bir dizi “beceri” gerekli. En önemlileri; kendimizi doğru ifade etmek, karşımızdakinin yerine koymak, hoşgörülü ve önyargısız olmak, eleştirilere açık olmak ve olumlu bir beden dili kullanmak, yani göz teması, hitap, ses ve mimikleri doğru kullanmak. İktidarın tepe yöneticileri bunu yapmıyorlar, bu becerileri sergilemekten çok uzaklar. Peki, neden getirisi olmadığı gibi, gerilime yol açan bir “şiddet dili” tercih ediyorlar? Psikiyatrist Onur Okan Demirci “Kişi kendisinde yetersizlik olarak yer edinmiş duygularını açığa vurmaktan veya fark edilmesinden endişe duyarak, hakaret etme yoluna başvurabilir” diyor ve ekliyor “Kişi haksız olduğunu kabullenmediği durumlarda, hakaret etme yolu ile bu duygusunu bastırmaya çalışabilir.”

 

Erdoğan, özellikle depremden bu yana çok gergin. Bu durum önce onun beden diline yansıdı, sonra da konuşmalarına. Sıklıkla hakaret sıfatları kullanıyor, ağzına geleni söylüyor. Ancak kendisine yönelik eleştiri yapanlara yaklaşımı çok sert. Açılan soruşturmalar ve verilen mahkûmiyet kararları, hiçbir dönemle karşılaştırılmayacak boyutlara ulaşmış durumda. “Doğruluk Payı” adlı bir sosyal girişim var. Türkiye siyasetine etki eden demeçleri analiz edip, internette kamuoyu ile paylaşıyor. Amacı siyasi aktörlerin daha sorumlu, seçmenin ise daha bilgili olmasına katkı sağlamak. Cumhurbaşkanlarının dönemlerine ait yaptıkları çarpıcı bir araştırmayı paylaşmak istiyorum. Cumhurbaşkanına hakaret suçuyla, hakkında mahkûmiyet kararı verilen sanık sayıları şöyle; Süleyman Demirel döneminde 71, Ahmet Necdet Sezer döneminde 82, Abdullah Gül döneminde ise 233. Devam etmekte olan Recep Tayyip Erdoğan döneminde ise; hakkında mahkûmiyet kararı verilen sanık sayısı, bir önceki döneme göre yaklaşık 13 kat aratarak 3 bin 221’e ulaşıyor. İnanılmaz bir artış. Erdoğan’ın halkın eleştirilerine çok hassas olduğu ve yeterli hoşgörü göstermediği çok açık.

 

Bugünkü yazımın konusu, yaşam kalitesi ile iletişim arasındaki ilişki. İletişimin kalitesi önemli. Çünkü yaşamın temelinde iletişim var. Canlıların tümü, varlıklarını sürdürebilmek için diğer canlılarla iletişim kurmak zorunda. İnsan diğer canlılardan farklı olarak, kendi iletişimini inceleme ve geliştirme potansiyeline sahip. Ayrıca insan karşısındakinin rolüne girebilir ve karşısındakiyle empati kurabilir.

 

Çatışmadan iletişim kurmak ve sürdürmek bilgi ve çaba istiyor. Tarihsel sürece bakarsak, insan gelişimini iletişim becerisine borçlu. Çünkü iletişim olmadan üretim, üretim olmadan paylaşım olmaz. Yaşamın her alanında; savaşta, barışta, ekonomide, sanatta iletişim var. İletişimin nasıl kurulduğu, iletişim sürecini etkiliyor. Yanlış kurulan bir iletişim insanları birbirinden ayırabiliyor, ülkeleri birbirine düşman edebiliyor.

Amerikalı Psikolog Marshall B. Rosenberg, ‘Şiddetsiz İletişim” sürecini bir “yaşam dili” olarak öneren kişi. Yaşamın her alanında kurduğumuz ilişkilerin tadını çıkartmak için yapıyor bunu. Şiddetsiz iletişim için, öncelikle kendimizi ifade etmeyi değiştirmemizi ve dinleme kalitemizi yükseltmemizi söylüyor. Rosenberg’in önerdiği “yaşam dilini” kullanarak, insanlarla iletişimizde saygı ve anlayış zemini oluşturabilir ve herkesin ihtiyaçlarını gözeten eylemleri gerçekleştirebiliriz.

 

Davranışlarımızın arkasında ihtiyaçları karşılama çabası var. Tek başına yaşamıyoruz; ihtiyaçlarımızı ancak, diğer insanlarla işbirliği yaparak karşılayabiliriz. Öncelikle bu işbirliği yapma ihtiyacını anlamak ve ona önem vermek zorundayız. Ailesel, toplumsal, ulusal ve küresel barış için bu davranışları hepimizin sergilemesi gerek.

 

Şiddetsiz iletişimin özünde hayata bakış var. Karşımızdaki ile empati kurmayı, onu samimiyetle dinlemeyi gerektiriyor. Diğer insanlarla yaşadıklarımızı anlamlandırmak için etkin ve dönüştürücü bir araç. İnancımız ve dünya görüşümüz ne olursa olsun, insanlığın ortak değerlerini ifade edebilmeyi mümkün kılıyor. Şiddetsiz iletişim; karşımızdakini yargılamadan, suçlamadan, etiketlemeden iletişim kurmamız gerektiğini söylüyor. İletişimde; çatışma, kilitlenme ve şiddet istemiyorsak, bu becerilere sahip olmak ve onları sergilemek zorundayız. İlişkilerimizi daha sağlıklı analiz etmek, sorunlara doğru teşhisler koymak böylelikle mümkün. Kızmamıza, korkmamıza, hatta depresyona girmemize yol açan düşünce kalıplarını kırabiliriz. İhtiyaçlarımızı düşmanlık yaratmadan karşılayabilir, duygularımızı ifade edebiliriz. Kavganın, çatışmanın, çekişmenin olmadığı süreçleri yaratmak mümkün olur. Kendimizin ve çevremizdeki insanların yaşamını güzelleştirebilir, yaptığımız katkıdan haz alabiliriz.

 

Çağdaş toplumlar, tarihte görülmemiş biçimde heterojen yapıdalar. Bu yapıda hiçbir ırk, hiçbir din, hiçbir kültür yalıtılmış olarak yaşam sürme şansına sahip değil. Bu nesnel gerçekliği iyi anlamak zorundayız. Çoğulcu toplumsal yapıda, farklılıklarla birlikte nasıl bir arada ve barış içinde yaşayacağımızı kendimize sormalıyız. Bu konuda ortak bir vicdan geliştirmemiz şart. Bölen, ayrıştıran ve çatıştıran politik dilin ve kültürün hegemonyasından kurtulmuş bir “din ve ahlak” kültürüne ihtiyacımız var.

 

Bunların gerçekleşmesi için, Türkiye’nin bir hukuk devletine dönüşmesi gerekiyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında “ihlal” olarak belirlenen ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nce “tavsiye” olarak açıklanan konularda gerekli değişiklikleri derhal yapmak zorunda. Tüm vatandaşlarına hak ettikleri özgürlük, hukuki güvence ve adaleti sağlaması gerekiyor. Hukuk kuralları asla kişiden kişiye değişmemeli. Türkiye çok büyük bir ülke; birbirinden çok farklı özelliklere sahip insanları var. Bu bir zenginlik olarak anlaşılmalı. İnsanların tek tip olmasını beklemek, herkesi aynı şekilde düşünmeye zorlamak gerçekçi değil. Bir sonuç almak da mümkün değil. Israr etmek, sadece toplumdaki gerilim ve çatışmanın artmasına yol açar. Bu gerçeği bütün siyasilerin artık anlamaları gerekiyor. Yargıçların, savcıların, mahkemelerin toplum üzerinde bir baskı aracı olarak kullanılmasından vazgeçmeliyiz. Devlet hırs ve öfkeyle değil, akıl ve mantıkla yönetilmeli.

 

Tuygan ÇALIKOĞLU



Bu yazı 17996 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

ÇOK OKUNAN HABERLER
FOTO GALERİ
  • Bebişler
    Bebişler
  • Yurdum İnsanı
    Yurdum İnsanı
  • FANTASTİK
    FANTASTİK
  • ATATÜRK
    ATATÜRK
FOTO GALERİ
VİDEO GALERİ
  • Doğtaş Mobilya'dan 18 Mart'a Özel Video
    resim yok
  • 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi 108'nci Yıldönümü
    18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi 108'nci Yıldönümü
  • Çanakkale 2015 Tanıtım Filmi
    Çanakkale 2015 Tanıtım Filmi
  • Barışın ve Özgürlüklerin Kenti "Çanakkale"
    Barışın ve Özgürlüklerin Kenti
  • TSK'dan Muhteşem Çanakkale Türküsü
    TSK'dan Muhteşem Çanakkale Türküsü
  • Çanakkale Gangnam Style
    Çanakkale Gangnam Style
VİDEO GALERİ
YUKARI