Türkiye’de hukukun her dönemde muhalifleri cezalandırmak için kullanıldığı düşüncesi çok yaygın. Böyle düşünenler haksız değiller. Son örnek Osman Kavala. Gezi davasında verilen karaları sadece hukukçular değil, toplumun çoğunluğu reddediyor. Kararlar, hukuk ile ilişkilendirilemiyor ve çıkan mahkûmiyet kararlarının siyasi olduğuna dair ortak bir kanaat var. Türkiye’de siyasi davaların dışında, idari kararların da siyasi iktidarın tercihlerine göre şekillendiği bir gerçek.
Ekonomik İş birliği ve Kalkınma Teşkilatı’nın (OECD) son 10 yılda 36 ülkede, adalete güveni sorguladığı araştırmasına bakalım. Türkiye ne yazık ki, en alt sırada yer alıyor. Adalete güvenenlerin oranı OECD ülkelerinde ortalama yüzde 57 iken, Türkiye’de yüzde 38. Üstelik Türkiye’nin oranı son 10 yılda tam 22 puan gerilemiş durumda. Bu arada KONDA’nın İnsan Hakları Derneği için 2021 yılında yaptığı‘Türkiye’de Hapishaneler ve Mahpuslar Algısı Araştırması’nın, OECD raporuyla örtüştüğünü söyleyebiliriz. KONDA’nın bu araştırması, toplumun yüzde 69’unun Türkiye’deki adalet sistemine güvenmediğini gösteriyor. Toplumun çoğunluğu, insanların haksızlığa uğrayarak hapis yattığını düşünüyor. Toplumun yüzde 72’si gibi çok büyük bir oranı, insanların haksız yere tutuklandığı fikrine sahip. Yüzde 57’si ise, insanların düşüncelerinden dolayı cezaevine konulduğuna inanıyor. Bu arada toplumun yüzde 79’u, son yıllarda hapse atılan insanların sayısının arttığını dile getiriyor. En fazla haksızlığa uğrayanların başında; yüzde 42 ile kadınlar, yüzde 35 ile gazeteciler ve yüzde 33 ile siyasi muhalifler yer alıyor. Bu grupları Kürtler ve Aleviler takip ediyor.
KONDA’nın “Toplumun Adalet ve Hukuk Algısı” araştırmasına göre, insanlar hükümetin ve kanunların denetlenebilir olması gerektiğini düşünüyorlar. Yargının zenginlere ve “iktidarın adamlarına” iltimas geçtiğini ve tarafsız davranmadığını söylüyorlar. Vatandaşın kanaati bu. Mahkemeye gitmenin çare olmadığı ve bu sürecin yargıya olan güveni daha da zayıflattığı düşüncesi toplumda hâkim. Veriler de bu düşünceyi doğruluyor. 2010- 2016 arasında mahkemelik olan insan sayısı yüzde 27’den yüzde 35’e yükselirken, yargılamanın adil olduğunu söyleyenlerin oranı ise, yüzde 24’den yüzde 18’e geriliyor. Çarpıcı bir bulgu da “Suç yapanın yanında kar kalıyor” önermesine ait vatandaşın kanaati. Yüzde 47 “evet” derken yüzde 23’ü “tereddütlü”, ancak “hayır” diyenlerin oranı sadece yüzde 30. Çok düşündürücü. Çünkü bulgular, yargının adalet dağıtamadığının somut göstergesi.
Toplumun yüzde 80’i yargıyı; devletin, vatandaşın kanunlara ne denli uyduğunu denetlediği yer olarak tanımlıyor. Yüzde 62’si suç işlemedikçe, kanunların ve mahkemenin kendilerini koruyacağına inanıyor. Ancak, 10 insandan 4’ünün,“suçsuz” da olsa, adaletin kendisini koruyacağına dair güveni yok.
Raporda başka bir ilginç nokta, devletin kurumları ve çalışanları ile ilgili. Toplumun sadece yüzde 35’i hukuk kurallarına uyulduğunu düşünüyor. Vatandaşın yüzde 52’si ise, hâkimler, savcılar ve polislerin insanların zengin ya da fakir olmalarına bakarak işlem yaptığını açıkça belirtiyorlar. Eğer “iktidarın adamı” iseniz oran daha da artarak yüzde 55’i buluyor. KONDA,2021 yılına ait bu oranların her geçen gün arttığını ve bugün daha kötü bir seviyede olduğunu söylüyor.
Araştırmalar bize, yaşanan hukuksuzlukların halkımız tarafından görüldüğünü ve bilindiğini gösteriyor. Siyasal ve yargısal tarihimize bakarsak; benzer durumların geçmişte de yaşandığını ve halkın seçimlerde nasıl tepkiler verdiğini görebiliriz. Hukuk siyasetten bağımsız değil. Kuşkusuz iktidarın bakış açısıyla yasalar ve kurallar şekillenebilir. Hiçbir şey sabit değil ve ihtiyaçlar ve talepler doğrultusunda değişim olabilir. Ancak sorun, değişimin vatandaşın ihtiyaç ve taleplerinden kaynaklanmamasında. Bunlar devleti yöneten siyasal iktidarın, salt kendi iktidarını sürdürmek için hayata geçirdiği uygulamalar. Vatandaşın büyük bölümü de bunun farkında.
Adalete güvenin zayıflaması çok kaygı verici bir durum. Toplumdaki huzurun bozulması, sosyal çöküntünün artması demek. Sürdürülebilir bir durum değil. Güven içinde yaşamak, insanın fizyolojik ihtiyaçlarından sonra gelen en önemli ihtiyacı. Güvenliğe yönelik risklerin giderilmesi, suçların vukuundan önce engellenmesi gerekli. Suçluların cezalandırılması ise, kamu otoritesinin temel sorumluluğu. Toplumsal güvensizliğin, risk algısına ve adalet arayışına yol açtığını unutmayalım.
Hukuk devleti olabilmek için yargı kuruluşlarının varlığı yeterli değil. Yargının bağımsız ve tarafsız olması gerekiyor. Hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı ilkelerinin bütün kurumlarıyla hayata geçirilmesi şart.Yargının hedefi adaleti sağlamak olmalı. İnsanlar yargılamanın adil olmasını bekliyorlar. Sadece adil bir kararın verilmesi de yeterli değil. Adaletli davranıldığı, diğer bir ifade ile adil bir karar verildiğine dair bir inancın da yaratılması gerek. Yargı, insanların vicdanıyla uyum sağlamak zorunda. Yargılama ancak o zaman adil olur. Bir başka ifadeyle yargıya güven o zaman duyulur.
Türkiye’de adalete olan inanç, duyulan güven her geçen gün azalıyor. Yargıya duyulan böylesine düşük güven, ülkeyi hukuk devleti olmaktan uzaklaştırıyor. Kuvvetlinin hukuku değil, hukukun kuvveti egemen olmalı. Aristoteles “Bir hukuk düzeni güçsüzleri savunduğu ölçüde adil olabilir” der. Adaletten yoksun bir devlet çökmeye mahkûmdur. Montesquieu’nün sözünü hatırlayalım; “Bir rejimde halk artık adalete inanmıyorsa, o rejimin kendisi mahkûm olur”
“Adalet mülkün temelidir” sözünü adliye binalarına ve duruşma salonlarına asıyoruz. Cümlede kullanılan “mülk” kelimesi, gayrimenkul ya da taşınmazı çağrıştırdığından, sözün yeterince anlaşıldığından kuşkuluyum. Buradaki “mülk” Arapça bir kelime olup “devlet, ülke, iktidar, düzen, egemenlik” anlamına geliyor. Dolayısıyla sözü “Adalet devletin egemenliğinin temelidir.”olarak anlamalıyız. Yani, toplumu oluşturan insanlar için adalet her şeyden önemlidir; huzur ve mutluluk adalet varsa vardır. Araştırma bulguları ise, Türkiye’de büyük bir adaletsizlik olduğunu gösteriyor.
Toplumun adalete güveni konusundaki kayıplarını siyasal iktidarın dikkate alması gerek. Vatandaşların şikâyetleri bütün araştırmalarda karşımıza çıkıyor. Çözüm tabi ki siyasette. Ancak halkın yapabileceği oy vermek dışında bir şey yok. Demokrasi, sandığa indirgenmiş durumda. Ne yazık ki, oy attıktan sonra, bir sonraki seçime kadar fikri sorulmayan insanların yaşadığı bir yer Türkiye. İktidar vatandaşın tepkisizliğine bakarak sakın aldanmasın. Halk hesap sormak için seçim gününü bekliyor. Hem de sessizce bekliyor. KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır bu konuda ciddi bir uyarı yapıyor; “İnsanların sessizliğine bakarak bu toplumun balık hafızalı olduğunu sanmayın. Siyasal tarih bize, bu yaklaşımın ne denli yanıltıcı olduğunu gösteriyor.”
TUYGAN ÇALIKOĞLU