Yalnızlık, insanın kendini dünyadan kopmuş, boşlukta hissetme hali olarak tanımlanıyor. Arkadaşsızlığın ötesinde, toplumdan “kopmuşluk” hali. Başka insanlarla iletişime girmekte zorluk çekmeyi içeriyor. Yaşayan tek insan türü olan Homo Sapiens, birkaç yüz bin yıllık geçmişinde “yalnız” kalmaktan hep korktu. Çünkü yalnız kalmak av olmak ve ölmek demekti. Sadece içgüdüleri, “sosyal” birlikteliği seçme yönünde olanlar hayatta kaldı.
Günümüzde yaşanan “yalnızlık” duygusu, “yalnız olma” hali değil. İnsan tek başına kalmayı “tercih” edebilir, dahası bu süreçte “zevk” alabilir. Ünlü yönetmen Andrey Tarkovski; “Kendinizi, kendinizle zaman geçirmeyi ‘yalnızlık’ sanmayacağınız şekilde yetiştirin” der. İnsan zaman zaman toplumdan uzak kalmak isteyebilir. Bu normal bir yalnızlık; değerli, üretken bir yalnızlık. Yazının konusu bu tür bir yalnızlık değil. İster “yalnız” yaşayın, isterse etrafınızda fazlasıyla “kalabalıklar” olsun hiçbir önemi yok. Önemli olan sizin hissiyatınız, yani “kendinizi yalnız hissediyorsanız, yalnızsınız” demektir.
Yalnızlık duygusu “istek dışı” bir yalnız kalma durumunda ortaya çıkan bir duygu. Terk edilme, dışlanma, depresyon, güvensizlik, umutsuzluk, anlamsızlık, değersizlik ve kızgınlık duygularıyla iç içe. İnsan kendisini değersiz bulabilir ve yaşadığı sevgisizliğin bu özellikten kaynaklandığına inanabilir. Bu durum onun sosyalleşmesini olumsuz yönde etkiler, toplumla ilişki kurmasına engel olur. Sonuçta ailesi bile olsa, hayattan soğur, üzüntü içinde savrulur, verimsiz geçen bir hayatın parçası olur.
Yalnızlık “biyolojik” bir durum. İnsanın iki temel içgüdüsü var; ölüm içgüdüsü ve cinsel içgüdü, yani “hayatta kalmak” ve “üremek”. İnsan öncelikle karşı cinsten bir insana ihtiyaç duyar. Hayatta kalma güdüsü bile “tek başına” yalnızlık kavramının önemini anlamak için yeterli. İnsan eko sistemdeki konumu nedeniyle başka insanlara muhtaç. Bu nedenle diğer insanlarla birlikte ve bir iş bölümü içinde yaşamak zorunda. İlkel ya da modern insan olmak fark etmiyor. Çünkü sahip olduğu “beyin” ve kullandığı “fizyolojik” alt yapı açısından pek farklı değil. Bu nedenle sahip olduğumuz şartlar çok iyi olsa bile, beyin yalnızlığı “ölümcül” bir mesele olarak görüyor. Bu fizyolojik “açlık” demek. Yalnızlık kronik bir hal alırsa, vahim durumlar ortaya çıkabiliyor. Çünkü her organın bu durumdan etkilenmesi söz konusu. Yapılan çalışmalar; “sosyal” açıdan zayıf kişilerde, koroner kalp rahatsızlığı riskinin yüzde 29, felç riskinin ise yüzde 32 artığını gösteriyor. Dahası; yalnızlık, obeziteden bile daha “tehlikeli” bir sağlık sorunu. Zararı neredeyse günde bir paket sigara içmeye eşdeğer.“Sosyal izolasyon” da erken ölümü yüzde 30 oranında artırıyor. Davranışlardaki düzensizlikler insanı agresifleştiriyor, yorumlama ve empati yeteneğini azaltıyor.
Gelişmiş ülkelerde yalnızlık artık bir “hastalık” kategorisinde. Küresel ölçekte istatistikler çok vahim. Sorun bireysel olmanın çok ötesinde, artık bir devlet meselesi. İngiltere;2018 yılında 9 milyon kişinin yalnızlık sorunu nedeniyle, “Yalnızlık Bakanlığı” kurdu. 200 bin civarında yaşlı insan aylar boyunca hiç kimseyle konuşmadan yaşıyor. Japonya da 2021 yılında,“Yalnızlık Bakanlığı” kurmak zorunda kaldı. Çünkü,“yalnızlık” ulusal düzeyde yaygın bir sorun. Dahası, Covid 19 salgını ile kritik bir hal alan “intihar” meselesi var. Japonya bu bakanlık üzerinden, sosyal izolasyonu önleyen ve insanlar arasındaki “bağları” koruyan faaliyetleri teşvik ediyor. Japonya’da “yalnızlık”; çocuklar, gençler, kadınlar ve yaşlılar da dahil olmak üzere farklı yaş gruplarında görülüyor. 2020’de yaklaşık 21 bin kişi intihar etti. Özellikle “kadınlar” ve “gençler” arasında intiharlarda gözle görülür bir artış var. İntihar edenlerin, aynı yıl Covid 19’dan ölenlerin“üç katından fazla” olması dikkat çekiyor.
Günümüzde insanlar arasındaki “güvensizlik” duygusu çok yüksek. Çevremizdeki insanlar “gerçekten” yanımızdalar mı? Bunu anlamak hiç kolay değil. Çünkü insanlar maskeleriyle dolaşıyorlar ve çoğunlukla gerçek niyetlerini anlamakta zorluk çekiyoruz. Ancak zaman içinde bu maskeler düşüyor ve inanlar gerçek yüzleriyle, dolayısıyla niyetleriyle ortaya çıkıyorlar. Bu durum, insanın içindeki yalnızlık algısını artırıyor.
İnsanlar yalnızlık duygusunu aşmak için en çok telefona sarılıyorlar. İletişim, daha çok akıllı telefonlar üzerinden gerçekleşiyor. Bir an için “Instagram” ya da “WhatsApp”ın olmadığını düşünün; kaçımız buna dayanabilir? İnsanlar yaptıklarını fotoğraflamak, beğenileri takip etmek için sosyal medyada saatler harcıyorlar. Bu etkileşimler olmadan “yalnızlık” hissi nasıl bastırılabilir? Yapılan bu sanal etkinliklerin tümünde amaç sadece “yalnızlığı” bastırmak; olmayan bir dünyada “boy göstermek”, o dar alana “sıkışmak”. Üstelik, bunu yaparken yalnızlığını bastırmaya çalıştığının“farkında” bile değil.
İnsanlar sosyal medyada “yorum” yapıyorlar ve bunu “özgürlük” olarak açıklıyorlar. Dahası, insanların bu yorumlara değer verdiklerini ve fikirlerinin önemli olduğunu düşünüyorlar. Görüşleri dile getirmek ve paylaşmak önemli. Ancak “görgüsüzce” yapılan yorumlar var. Küfürler içeren, aşağılayıcı, alay edici, özensiz bir dilin kullanıldığı “seviyesiz” yorumlar. Bunu yapanlar ciddi bir yalnızlık sendromu yaşayanlar. Amaçları insanların dikkatini çekebilmek. Bir tür patoloji bu.
Arkadaşlarımıza, sevgilimize ya da aile ilişkilerimize bakalım. Onlara ne kadar güveniyoruz? Onları ne kadar seviyoruz? Yapılması tavsiye edilen popüler bir test var. Ailemize uygulamak kolay değil, ancak ilişkide olduğumuz diğer insanlara yapılabilir. Bir hafta boyunca “bu insanları” aramayın, mesaj atmayın, görsel paylaşmayın. Bakın bakalım,bu sürede sizi kaç kişi arayacak? Arayanlar olursa, onları daha “samimi” diye düşünebilirsiniz. Dolayısıyla, kime değer vermek zorunda olduğunuzu anlayabilirsiniz. Ancak sürekli mesaj atan ya da arayan “sizseniz”; yalnızlık, sizin için çok ciddi bir sorun demektir.
Diğer insanlarla doğrudan bir ilişki içinde olmak kuşkusuz beynimizin temel ihtiyaçlarından biri. Bu ihtiyacı karşılamak zorundayız. Ancak, insanlara “bağımlı” olarak yaşıyorsak, onların yaptıklarına fazlasıyla“önem” veriyorsak, bu bizim “kendi” yarattığımız ve dünyayı “cehenneme” çeviren bir tutum. Bundan hiç kuşkunuz olmasın. Yalnızlık “gelişime” katkı veren, yeni bilgiler ve beceriler kazandıran bir süreç ise, bu yalnızlık “üretken” bir yalnızlık. Bilgeliğe giden bir yalnızlık.Bu yalnızlıktan asla korkmayın ve Mevlana’nın ünlü sözünü hatırlayın; “Yalnızlık, adam olmayanların vereceği saygıdan, sevgiden yeğdir”.
Tuygan ÇALIKOĞLU