Demokrasiyi ne yapıp edip getirip, “oy demokrasine” mahkûm ediyoruz. 5 yılda bir oyumuzu kullanıyorsak demokrasinin gereğini yerine getirmiş oluyoruz. Ondan sonra “sus, otur, karışma” demokrasisi hüküm sürmeye devam ediyor. Her alanda bu böyle ne yazık ki. İktidarları eleştirirken “demokrasi sadece oy demek değildir” diyoruz, ama bu durumu eleştiren kurumlar ve örgütler ne yazık ki eleştirdiklerinin aynısını kendi içinde de yapıyor.
Yaşantımızda olanlara bakarak şöyle bir değerlendirme yapmak da mümkün: Ekonomik ve sosyal alanda yaşananlara ve duruma bakıldığında parmakla sayılacak zenginler ile milyonlarca, geçinebilmek için bin bir sıkıntı çeken insanlar “zenginler demokrasisi”nde yaşıyoruz denilebilir. Öyle ya; vergilendirmede demokrasi varsıllara göre, kazançta demokrasi varsıllara göre, karar süreçlerinde ve kararda demokrasi egemenin keyfine göre, eylemde demokrasi yine egemenin tercihine olana göre uygulanıyor. Oysa demokratik bir düzende/yönetimde kararlar alınırken çoğulcu bir yaklaşım ve yöntem esas olmalı. Özellikle de azınlıkta kalan (yani sesi duyulmayan, görülmeyen) kesimlerin de hak ve hukukunu koruyacak, geliştirecek uygulamaya yönelik kararlar ve yönetim plânlarının oluşturulmasını gerektirir demokrasi. Bu yoksa o yerde demokrasiden söz etmek mümkün olmayacak, sorunlar sürekli çözümsüz kalırken giderek de biriken sorunların çözümü için, kamunun yüksek maliyetli bedeller ödemesine neden olacaktır.
Siyaset alanında belirleme, karar verme ile uygulama süreçlerinde hâkimiyet merkezde ve yerelde birkaç kişinin etrafında dönüyorsa, orada da demokrasiden ve adil yönetimden söz etmek mümkün değildir. Ne yazık ki, bugün partilerin tamamında durum neredeyse tamamiyle böyle.CHP’de sürdürülen delege seçimleri vesilesiyle demokratik tutum ve anlayışları geliştirebilmeye hizmet edebilir diye CHP yönetimine,bir konuşma tartışma imkânı yaratılabilir umuduyla birkaç soruyla paylaşımda bulunmak istiyorum:
Çok mu zor seçimlerin öncesinde mahalle mahalle üyelerle toplantı yaparak üyelere delege seçiminin sürecin anlatmak, Çok mu zor üyelerin ne beklediklerini, ne düşündüklerini ifade etmelerine imkân sağlamak, Çok mu zor üyelerin kendi ifadeleri ve beklentilerine uygun delege kriterlerini belirlemek, Çok mu zor bu kriterlere uygun mahalle delegelerini yine o mahallenin kendi özgür iradesiyle seçilmesini sağlamak,
Ve çok mu zor bu yöntemle belirlenen delegelerin yine kendi iradeleriyle ilçe ve il yönetimlerini belirlemek,
Ve de çok mu zor yine mahalleler düzeyinde üyelerle yapılacak interaktif süreçlerle belediye meclisi üyeleri ve belediye başkan adayını belirlemek, çok mu zor?
“Tamam da, şimdi hep böyle yapılmış… Yavv bırakın bu katılım demokrasi lâflarını…” denilerek kaile alınmayacak biliyorum, çünkü bunu yapacak olan il, ilçe yönetimleri de böyle bir kültür içinden gelmediler. İradeleri kendi ellerinde değil, belli koşullanmışlıklar ve bağların içindeler. Sorulara pozitif yaklaşmak, en azından sorunu konuşmak için kapı aralayabilecektir oysa. Ama alışkınlarla yapılan “particiliğin” partinin güçlenmesinden ziyade zayıflamasına yol açtığını da görmek gerekiyor.
Önemli bir sorunlu durum da “parti”, “belediye meclisi”, “belediye başkanı” arasındaki ilişkilerin nasıl, hangi içerik ve bağlamda yürütüldüğü; sınırların net olarak belirgin ve dolayısıyla “kimin kimi yönettiğinin” karıştığı; müzakereye dayalı katılımcı süreçlerin nasıl hayata geçirileceği; yerel topluluklarla kim, nasıl ve ne içerikte ilişki kurarak yerel kararların sınırlarının genişletilerek kararın daha güçlü bir şekilde oluşturulması; gibi konular konuşmaya, tartışmaya muhtaç gibi duruyor.