Bunlara çalgılı kahve de derlerdi. Çanakkale ve bazı ilçelerinde birer tane bulunurdu. En namlılar Ezine, Bozcaada. Gelibolu, Çardak ’ta, balıkçı kahvesinin yanında idi. Aynı zamanda Kale’nin en büyük tulumbacı kahveleriydi. Saz şairliği Tanzimattan sonra yavaşlamış. Önceleri esir pazarına, ardından saydığımız kahvelere geçmiş. Meşrutiyetin ilanı senelerine kadar devam etmiştir.
Semai kahveleri kış mevsiminin cuma geceleri ve 30 Ramazan, her gece işlerdi.
Çalgının yeri bir kenarda, bazılarında süslü süslü idi. Yerden bir karış kadar yükseklikte, ikişer adım boyda bir kerevet. Üstünde çardağımsı bir bölme. Tahtalarına allı, mavili, yeşilli kağıtlar sarılmış yukarı çıtalarından uçurtma kuyrukları gibi saçaklar, kumaştan askılar asılmıştı.
Çalgı takımların da:
Klarnete, çifte nâra, zilli maşa; tam tertip olanlarında fazla olarak çağırtma ile darbuka.
Yatsı okunup halk camiden çıktıktan sonra ahenk başlardı.
En önce Cezayir, Arap, İzmir, Osman Paşa marşlarından biri. Bilahare bunlar yasak edildikten sonra, Tu luat tiyatrolarında son perde açılacağı zaman çalman, oyunun bitmek üzere olduğunu bildiren ve İspanyol marşı denilen tuhaf fraklı marş...
Ardından, yine Tuluat tiyatrolarında sözüm ona balo verilip dans edilirken gürletilen Yahudi hokka- bazların curcunalarına karışan polka, Maçiç. (Vien pupuli) (1900'lü yıllarda, Brezilya'dan Avrupa'ya geçmiş polka benzeri bir dans türü.) gibi alafranga birkaç hava...
Müşteriler birer ikişer kahveyi doldurunca. Kahve yükünü alınca asıl fasıl başlardı. Aşağı yukarı sırası ile ayaklı mâni, semai, koşma, destan, daği, seçme kahvelerde ilâveten kalenderi, yıldızları, muammalı idi...
Hepsinde mevzular aşka, sevdaya dair, destan hariç bütün her manici, semaici, okuyucunun meraklıları mevcut.
Tazelerden, deniz aşırı yerlerden gelmişler; adeta karşılıklı cephe almışlar.
Çalgı ara nağmeye girişip bitirince mâni hazır:
Adam aman, kavurma
Çektiğim çile yetti, artık bani kavurma
Merhamet et ey salim, bir bıçak da son vurma
Karşı kümenin göz bebeği şipşak cevabı yetiştirmede:
Adam aman, gerim
Külhan gibi yanıyor, kavruluyor içerim
Yar elinle zehir ver, alimallah içerim.
Taraftarlarında gelsin alkış tufanı
Yaşa ihvan.
Varol ağabeyciğim...
Gördün mü nasıl mat etti? O (merhamet et, bir bıçak da sen vurma) diye yalvarıyor. Bizimki (elinle zehirde ver, alimallah içerim) diyor.
Yar böyle sevilir işte!..
Yarış, taşlar, atışmalar en ziya de ayaklı manilerde...
Ekseriye tatlıya bağlanırdı ama sille silleye, gırtlak gırtlağa gelindiği, ortalığın altüst olduğu da vaki.
Semainin ara nağmesi de başka ardından:
Efendim, gül yüzün gülsün, açılsın gönlümüz bir dem
Saçılan bağrıma doğru perişan kâkülün Hürrem
Tahammül kalmadı dilde, inayet kıl, bırak nazı
Güzellik sende cem olmuş, sana bende bütün alem.
Ermeni ağzı semailer de mevcut. Ah- barlar arasında da sesi ve sözü sayılırlar da mebzul...
Bir tane de bunlarınkinden geçelim:
Efendim hu, nasibim bu,
Tecelli taksirat yahu
Topik yandı, kebap oldu.
Getir ahbar, bir kova su.
Koşmadan bir örnek:
Sen allar giymişsin olmuşsun melek
O senin selvi boyuna dünyalar gerek
Aldatır seni de yalancı felek
Akıbet sevdaya düşürdün beni.
Destanlar yiğitlik ve kabadayılık menkıbelerine, en ziyade kaza ve bela, ölüm ve felâket gibi acıklı mevzulara temas eden, mersiye tarzında şeylerdi. Öyle ciğergahtan doğmuş. Ve yürekten okunmuşları olurdu ki işiten pala bıyıklı, saçlı sakallı dinleyiciler arasında göz yaşlarını silenler, hatta hüngür hüngür ağlayanlar mı ararsın?
Mesela Erenköylü Mustafa tarafından kancıkcasına vurulmuş komiser Hüsamettin destanı şu şekilde:
Gür eden ağlasın, zulmü feleği
Hangi ferdin olmaz ciğeri süzen
No hale uğradı dünya meleği
Bıraktı cümlenin kalbine hicran.
İşiten ihvana bir ibret olsun
O insafsız cani Allahtan bulsun
Mezarı akreple, yılanla dolsun.
Ruhu şat durmayıp çeksin el aman
Oktay Güldüren