ÖZEL RÖPORTAJ: AYHAN ÖNCÜ / ÇANAKKALE
E-Mail: info@canakkaletravel.com
* Bize kendinizi tanıtır mısınız?
- İsmim Sıtkı Demirtaş.1931 yılında Çanakkale il merkezinde dünyaya geldim. Aslen Zonguldaklı olan babam Ahmet Demirtaş Çanakkale Savaşı’nın kaderini değiştiren “Nusrat Mayın Gemisi”nde 1920 yılından 1928 yılına kadar 8 yıl askerlik yapmış. Babam 1922 yılında Nusrat Mayın Gemisi’nde asker olarak görev yaparken İzmir’de Yunanlıların denize dökülmesi sırasında onları tek tek kurtararak İngiliz gemilerine götürdüklerini hep anlatırdı. Babam 1928 yılında teskeresini alınca da Çanakkale’de Sahil Sıhhiye Motorunu çalıştıracak adam bulamamışlar. Bu sebeple de babamın Nusrat Mayın Gemisi’ndeki namını bildikleri için onu Çanakkale’de Sahil Sıhhiye Müdürlüğü’nde işe almışlar. Yıllarca da orada çalışmış. Çanakkale’de işe girmesinin ardından da babam Kızılkeçili köyünden evlenmiş….Sonra da biz dünyaya gelmişiz.
* Bizim çocukluğumuzun fotoğrafçısısınız. 1960’lı 70’li yıllarda çektirdiğimiz siyah beyaz fotoğrafların büyük çoğunluğunda sizin imzanız var. Fotoğrafçılığa nasıl başladınız bize anlatır mısınız?
- Yaklaşık 12-13 yaşlarındaydım. Yani 1943-44 yılları. O yıllarda Çanakkale’de fotoğrafçılık yapan İhsan Berkin vardı. İşyeri de Saat Kulesi Meydanında şuanki Aras Otelinin yan kesimlerindeydi. Abim Nami Demirtaş da onun yanında çalışıyordu. O yıllarda fotoğrafçı olan İhsan Berkin Çanakkale’de Belediye Başkanı seçilmişti. Belediye başkanı olduğu için fotoğrafçılık işlerini kardeşi Ekrem Berkin yapıyordu. Bende zaman zaman abimi görmek için oraya gidiyordum. Oraya gidip gelirken bende orada bu fotoğrafçılık sanatını yavaş yavaş öğrenmeye başladım. Sonrada Çanakkale’de fotoğrafçılık maceram başladı.
“1944 YILINDA GÜNDE 40-50 MAKARA FİLMİ KARTA BASIYORDUK”
* İlk işyerinizi açma maceranızda çok ilginç. Bize bunu anlatır mısınız?
- İhsan Berkin’in yanında çırak olarak çalışırken o yıllarda Karacaören’de kurulu bulunan Piyade Alayı’nda çok açıkgöz Ödemişli bir çavuş vardı. O yıllarda Piyade Alayı Karacaören’deydi. İsmi Niyazi Kiraz’dı. Bize askeriyede çektiği fotoğraf filmlerini getirirdi. Bizde onları karta basardık. Ama o kadar çok film getirirdi ki, bunları yetiştirmek için çok çabalardık. Her seferde 40-50 makara film getirdiğini çok iyi hatırlıyorum. O da bize yokluğun olduğu o yıllarda asker tahinlerinden getirirdi. 1944-1945’li yıllar yani. Birkaç yıl bu böyle devam etti. 1947 yılında ise Niyazi Kiraz, teskeresini almış. O yıllar harp yılları olduğu için askerlik 3-4 yıl sürüyordu. Niyazi Kiraz o yıllarda askerlere sattığı o fotoğraflardan kazandığı parayı biriktirirmiş. Tabii bundan benim haberim yok. Müthiş bir para biriktirmiş. Ben o yıllarda çalışmak için Çanakkale’den İstanbul’a gitmiştim. Orada da Hayri Güven isimli fotoğrafçının yanında çalışıyordum. Oda orada çalıştığını öğrenerek bana mektup yazmış. Mektupta “Sıtkı gel biz ortak ayrı bir fotoğrafçı dükkanı açalım” yazıyordu. Benimde aklıma yattı. Bunun üzerine Çanakkale’de Niyazi Kiraz ile birlikte 1947 yılında bir işyeri açtık. İlk fotoğrafçı dükkanımızı da şuanki Anafartalar Otelinin karşı kesiminde yer alan Çanakkale’nin ilk doktoru olan Dr. İbrahim Bakan’a ait işyerinde açtık. Oradaki ortaklığımız yaklaşık 1-2 yıl sürdü.
* Fotoğrafçılık kısmına yeniden dönmek istiyorum. 1947 yılında Çanakkale’deki çalıştığınız işyerini bırakıp İstanbul’a gitmişsiniz. Neden buna ihtiyaç duydunuz?
- 1947 yılıydı. Çanakkale’deki fotoğrafçılık sanatının bana yeterli olmadığını düşündüğüm için İstanbul’a gitmeye karar verdim. İstanbul Beyazıt’ta fotoğrafçılık yapan Kilitbahirli Hayri Güven isimli bir tanıdık vardı. Hayri Güven orada Florya’da plajın fotoğraf işini almıştı. Yani yaz aylarında orada şipşak fotoğraf çekimi yapılıyordu. Patronda bu çekim işini bana verdi. Bir süre orada çalıştım. Fakat o iş bana çok basit geldiği için orada bunu yapamayacağımı anladım. Onun yanında 1 yıl çalıştım. Sonra Çanakkale’ye geri döndüm.
“STÜDYO ORTAMINDA ELEKTRİK OLMADIĞI İÇİN GÜNDÜZ IŞIĞI İLE FOTOĞRAF ÇEKMEK ZORUNDA KALIRDIK”
* Ustalarınız kimlerdi?
- Benim bu işi öğrendiğim yer Fotoğrafçı İhsan Berkin’in iş yeriydi. Fakat o yıllarda yani 1941 ile 1945 yılları arasında İhsan Berkin Çanakkale Belediye Başkanı olduğu için yerine kardeşi Ekrem Berkin bakıyordu. O sebeple Çanakkale’de bana bu mesleği öğreten Ekrem Berkin oldu.
* O yıllarda elektrik kesintilerinin olduğunu biliyoruz. Stüdyo ortamında nasıl fotoğraflar çekilip basılıyordu?
- O yıllarda yani 1940’lı yıllarda elektrik konusunda sıkıntılar vardı. Elektrikler zaman zaman kesilirdi. Uzun sürede gelmezdi. Bizlerde o sebeple stüdyo ortamında elektrik olmadığı için gündüz ışığı ile fotoğraf çekmek zorunda kalırdık. Dışarıdan gelen ışığı perdeler ve başka yansıtıcı malzemeler kullanarak fotoğrafını çekeceğimiz kişinin yüzüne ve üzerine yansıtıp öyle fotoğraflarını çekerdik. Ayrıca fotoğrafları karta basarken de gündüz ışığını kullanırdık. İlkel şartlarda o yıllarda fotoğrafçılık yaptık. Çok zordu yani o yıllarda fotoğraf çekmek ve onları karta basmak.
* 1950-1960’lı yıllarda Çanakkale’de kaç fotoğrafçı vardı. Bize bunlardan bahseder misiniz?
- İhsan Berkin, Ekrem Berkin, Foto Niyazi ve zamanımızda şipşak fotoğrafçılar olarak bilinen İsmail Hakkı vardı. Ayrıca şuanki Anafartalar Oteli’nin bulunduğu yerde de yine birkaç tane seyyar vesikalık çeken fotoğrafçılar vardı.
“ÇANAKKALE’NİN EN POPÜLER CAZ GRUBUNU BİZ KURDUK”
* Siz o yıllarda bir yandan fotoğrafçılık yaparken bir yandan da Halkevlerinde görev yapıp caz ile de uğraşmışsınız. Bu merak nasıl ortaya çıktı?
- Halkevleri ve Köy Enstitüleri o yıllarda Türkiye’nin en iyi kuruluşlarıydı. Ben de bu kapsamda 1946’lı yıllarda Halkevlerinde görev yaptım. Eğitimini yarım bırakan liseye, üniversiteye gidemeyen gençlik Halkevlerinde yetişiyordu. Biz o yıllarda kahvehane nedir bilmezdik. Gençlik olarak kahvehanelere gitmezdik. Halkevlerinde o dönemde tiyatro, spor ve müzik kolunun yanı sıra birde müthiş kütüphanemiz vardı. Orada çok iyi eğitim görüp kendimizi geliştirebiliyorduk. İşte ben bir yandan fotoğrafçılıkla uğraşırken bir yandan da Halkevlerinde müzik konusuna ağrılık verip orada bateriye başladım. 1946-1947 yılları yani…O sırada baterinin dışında saksafonda çalmaya başladım. Çeşitli sebeplerle Çanakkale’den İstanbul ve Ankara’ya gittikten sonra 1950 yılında yeniden Çanakkale’ye geri döndüm. Bunun ardından Caza ilgim devam etti. Doğan isimli arkadaşım tiyatro ile uğraşıyordu. O da bıkmış tiyatrodan Çanakkale’de bir caz grubu kuracağını söyleyerek durumu bana söyledi. Bende kabul ettim. Bunun üzerene “Doğan Caz Grubu”nu kurduk. Orkestramız ile 1 yıl boyunca Çanakkale’de büyük işlere imza attık. Çanakkale’nin en sevilen caz grubuyduk. İl merkezi ile ilçelerde en aranan gruptuk. Zamanın Valisi sanırım Raif Tek’ti. Bu durum onun dikkatini çekmiş olacak ki, Doğan ile benim bu grubu dağıtmamızı istemediği için ikimizi de Valilikte kadrolu işe aldı. Vali bey Doğan’ı İl matbaasına, beni de Özel İdare’de işi aldı. Taşocakları bana bağlıydı. Kadrolu işe girdiğimiz için caz grubunu valinin direktifi ile mecburen dağıtmadık ve balolarda çeşitli eğlencelerde çalmaya devam ettik..Bu sırada fotoğrafçılığa bir süre ara verdim.
* Siz aynı zamanda 1954 yılında Kirazlı’daki Öğretmen Okulu’nun kurulmasında da öncülük yapmışsınız sanırım….
- 1954 yılıydı sanırım. Kirazlı’ya bir hastane binası yapıldı. Fakat doktorlar gitmediği için orası boş duruyordu. Milli Eğitim Bakanlığı da orasını Öğretmen Okulu yapmaya karar vermiş. Bende Özel İdare Müdürlüğü’nde çalışırken belirli bir süre sonra hem cazdan, hem özel idareden bıkmaya başladığım için yeni bir arayış içindeydim. Hemen ilgili birimdeki yetkililere giderek “Mutlaka size bu konuları bilen bir memur lazımdır. Ben geleyim burada görev yapayım” dedim. Çok sevindiler. Caza gitmekten usandığım için burada işe başladım. 1955-1956 ders yılında orasını eğitim öğretime açtık. Açtık ama elektrik yoktu okulda. 40-50 tane Lüks lambası bulduk ve o lüks lambaları ile okulun gece aydınlatmasını sağladık. Kirazlı’daki Öğretmen Okulu’nun kurulmasında benim büyük emeğimin olduğunu söyleyebilirim. 1960 yılına kadar orada kaldık. Çanakkale merkezdeki Lise binası yeni binaya taşınınca oradaki yere Kirazlı’dan gelmek için durumu zamanın Çanakkale Demokrat Parti İl Başkanı Gazeteci Ali Dalyancı’ya anlattım. Çünkü Kirazlı’da özellikle kış mevsiminde hava muhalefetinden dolayı çok zorluk çekiyorduk. Ali Dalyancı’da zamanın Başbakanı Adnan Menderes’e durumu iletmiş. O da Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri’ye durumu söylemiş. Kısa sürede bizim işimiz oldu ve bizde bunun üzerine öğretmen okulunu 1960 yılında Kirazlı’dan şuanki il merkezindeki öğretmenevinin bulunduğu taş binaya taşındık. O yıllar çok güzeldi…
“ÇANAKKALE’DE IŞIKLI VİTRİNİ 1965 YILINDA İLK BEN YAPTIRDIM”
* Öğretmenevindeki görevinizden ayrılıp yeniden fotoğrafçılığa dönüşünüz 1960 yılında oldu galiba?
- Öğretmenevindeki yaklaşık 6 yıllık çalışma ortamı beni artık sıkmaya başlamıştı. Bunun üzerine yeniden fotoğrafçılığa dönmek istedim. Daha önce Çanakkale’de Niyazi Kiraz isimli arkadaşım ile ortak bir işleri açmıştık. Çeşitli sebeplerle bu işyerinden ayrılıp öğretmenevi ve caz macerama başlamıştım. 1960 yılında yeniden benim ile görüştü ve birlikte yeniden işyeri açabileceğimizi söyleyerek teklifte bulundu. O yıllarda kendisi Gelibolu’da bir işyeri açmış. Gelibolu’daki dükkanı birlikte işletebileceğimizi söyledi. O zaman bir valinin aldığı maaş 500 liraydı. Niyazi ise bana aylık 800 lira maaş teklif etti. İyi paraydı. Bende kabul ettim ve öğretmenevindeki görevimden istifa ederek 1960 yılında askeri birliğin olduğu Gelibolu’da fotoğrafçı olarak yeniden işe başladım. Orada çok iyi para kazandım. Millet fotoğraf çektirmek için sıraya giriyordu. Fakat 3-4 yıl sonra 1964 yılında Gelibolu’daki 4. Tümen Kıbrıs olayları sebebiyle Keşan’a taşındı. Bunun üzerine ilçede asker kalmayınca bizim işlerde bıçak gibi kesildi. Bunun üzerine evi Keşan’a taşıyarak Keşan’da fotoğrafçı dükkanı açtım. Orada da öyle bir iş oldu ki anlatamam. İşyerimin önünde sinema kuyruğu gibi uzun kuyruklar oldu. Millet fotoğraf çektirmek için sırada beklemek zorunda kalıyordu. O sırada İstanbul’dan Abdi İpekçi’nin abisi Mehmet İpekçi’den Türkiye’de o zaman 7 tane olan “Globica” marka fotoğraf makinesini aldım. O makine fabrika gibi makineydi. Onunla çok güzel fotoğraflar çektim.
* Çanakkale il merkezinde 1965 yılında yeniden işyeri açmanız nasıl oldu?
- Kıbrıs’taki yaşanan olayların ardından Keşan’daki asker mevziiye çekildi. Bunun üzerine asker ilçe içinde olmadığı için bizim işlerde önemli bir düşüş olmaya başladı. Bu sırada Çanakkale il merkezinde Behice Deniz isimli tanıdığımız vardı. Maddi durumu iyi olmadığı için Saat Kulesi meydanında yer alan evini satışa çıkardığını söyledi. Bende işler Keşan’da bozuk olduğu için bu orada 4-5 yıl çalıştıktan sonra teklifi kabul edip 1965 yılında Çanakkale’ye gelerek o yerde “Foto Sıtkı” adında bu işyeri açtım. Çanakkale’deki bu işyerine çok masraf yaptım ve sıfır tükettim. Behice hanımın bu yerini satın almadım. Ona yardım ederek borçlarını ödedim ve onu o borçtan kurtardım. Aslında o yeni istesem alırdım. Fakat ona böyle bir kötülük yapmak istemedim. Çünkü o benim çok yakın tanıdığımdı. Borçlarını ödeyerek onu bu durumdan kurtardım. İşyerimde Çanakkale’de olmayan dekorları ve vitrin süslemelerin yaptırdım. İşyerimde 1965 yılında fotoğraflardan çok ışıklı vitrin dikkat çekmeye başladı. 1980 yılına kadar da burada çalıştım.
“PORTRE FOTOĞRAF VİZÖRDEN ÇEKİLMEZ”
* Sizin zamanınızdaki fotoğrafçılarla günümüzdeki fotoğrafçıları karşılaştırmanızı istesem neler söylemek istersiniz?
- Şimdiki fotoğrafçılar fotoğrafçı değil ki…Fotoğrafçılık siyah-beyaz fotoğraf çekildiği zamana kadardı. O zamanlar rötuş elle saatler süren çalışma ile yapıyordu. Şimdi teknolojinin gelişmesi ile birlikte her şeyi makineler yapıyor. Ayrıca şimdiki fotoğrafçıları biraz kınamak istiyorum. Stüdyoda elde portre fotoğraf çekiyorlar. Vizörden görüyorlar. Portre fotoğraf vizörden çekilmez. Portreyi çekerken kişiyi çıplak gözle göreceksin. Fotoğrafını çekeceğiniz kişinin mimiklerini en iyi çıplak gözle görürsünüz. Vizörden onu göremezsiniz. Bu sebeple de iyi bir fotoğraf çekebilmek için çıplak gözle çekeceğiniz portredeki kişiye bakmanız gerekir.
* Ne zaman ve neden fotoğrafçılığı bıraktınız? Daha devam edebilirdiniz…
- Bıkkınlık ve yorgunluk oldu bende. 1980 yılına doğruda bu işten koptum ve işyerimi oğluma devrettim. O da belli bir süre yaptı bu işi. Fakat o da sonunda bıraktı. Ardından o yerimi Foto Seç’e verdim. O da iyi işadamı çıktı. Başarılı oldu. Bilseydim onun böyle başarılı olacağını yanıma ortak alırdım zamanında onu.. Şuan “Foto Sıtkı” artık tarih oldu diyebilirim..
* “Keşke fotoğrafçılığı bırakmasaydım” dediğiniz oldu mu?
- Olmaz mı. Keşke .. Keşke fotoğrafçılığı bırakmasıydım. Fakat böyle olması gerekiyormuş.. Kader bu..
* Sizin yanınızda yetişip günümüzde halen fotoğrafçılık yapanlar var mı?
- Yanımda kimseyi çalıştırmadım. Titiz bir insan olduğum için yıllarca her işimi kendim yaptım.
* İşyerinizi kapattıktan sonra çektiğiniz ve elinizde bulunan fotoğrafları hatıra olarak sakladınız mı?
- Ah ahhhh. Keşke o fotoğrafları ve makinelerimi alsaymışım. Şimdi o kadar pişmanım ki. O anılar yok oldu gitti. Hiçbiri şuan elimde değil.
* Bu mesleği seçeceklere neler söylemek istersiniz?
- Eski siyah beyaz fotoğrafçılığın olduğu dönem olsaydı bu mesleği seçmek isteyenler için bir şeyler söylemek isterdim. Fakat artık bu meslek kalmadı ki.. Hani derler ya “tüfek icat oldu, mertlik bozuldu” diye. Teknolojinin gelişmesi ile birlikte terzilik gibi bizim fotoğrafçılık mesleği de yok olmaya başladı diyebilirim….