thejrc.org
Bugun...
Bizi izleyin:


Tuygan Çalıkoğlu


Facebookta Paylaş









Siyasal Ahlaksızlık
Tarih: 12-03-2023 09:51:00 Güncelleme: 12-03-2023 09:51:00


Sıra dışı bir düşünce adamı olan Çetin Altan, 1971 yılında basılan “Ben Milletvekili İken” adlı kitabında TBMM ile ilgili gözlemlerini şöyle anlatır; “Taşra politikacılarının en büyük özelliği, hödük oluşlarıydı. Gayet basit, gayet hırslı, gayet kabadaydılar. İnadına ruhsuz ve barbardılar. Sermaye düzeninin savunucusu oldukları halde, iyi yetişmiş şehirlilere düşmandılar. Burjuva aristokrattan, küçük burjuva gerçek burjuvadan bin kat daha beterdir.  Fakat en beteri küçük taşra burjuvasıdır. Her türlü kaypaklık, salaklık, gaddarlık, görgüsüzlük ve kompleks bu sınıfın özünde katmerlendikçe katmerlenmiştir. Uydurma demokrasinin gövde iskeleti ise; hiçbir ufku, hiçbir yaratıcı yeteneği olmayan bu kısır, hasta ve oportünist sınıfa dayanıyordu.”

 

Millet İttifakı’nın geçen hafta Türkiye’ye yaşattığı travma, bana Çetin Altan’ın yukarıdaki sözlerini hatırlattı. Üzerinden50 yıldan fazla geçse de siyasetin” insan kalitesi” sorunu devam ediyor. Öngörüsüz, iletişim ve müzakere becerisinden uzak insanlarla yapılan siyasetin kalitesi bu. Gerçekten kaygı verici, vahim bir durum. Millet İttifakı bileşenlerinin, süreci sağlıklı bir biçimde yönetemediklerini gördük. Aristoteles’in, insana yönelik çok önemli bir uyarısı var; “Akıllı insan düşündüğü her şeyi söylemez, ama her söylediğini düşünür”. Ancak siyasiler ve onlara gönül verenler bu süreçte çok özensiz açıklamalar yaptılar. Çok ağır ifadeler kullandılar. Bir daha, birbirlerinin yüzüne bakamayacak hale geldiler. Dahası geçmiş defterleri karıştırdılar, biriktirdikleri bütün nefreti kustular. Bir bölüm İYİ Partili; milliyetçilik refleksi ile on yıllardır dile getirilen klişeleri tekrarlamaya başladı. Üstelik bu tavır hiç yadırganmadı. Kendi hallerinden hoşnuttular ve bir anda MHP hizasına koşabildiler. Sonrasında, üç gün içinde “U dönüşü” yaptılar. Dahası, hiçbir şey olmamış gibi hareket etmeye başladılar. Ancak İYİ Parti’ye gönül veren; merkez/ merkez sağdan gelmiş, liberal ve sosyal demokrat kökenli seçmenler masadan kalkmaya tepki gösterdiler. Sergiledikleri bu sorumlu tavrı, özellikle vurgulamak isterim. Bu arada; İYİ Parti karşıtı açıklamalara bakarsak, bunlar çok talihsiz açıklamalardı. Özellikle bir bölüm CHP’lilerin paylaşımlarında; her türlü hakaret ve aşağılama vardı. CHP ile İYİ Parti arasında; bastırılan, ifade edilmeyen ne duygular varmış? Bilmiyormuşuz. Anlaşılan taraflar birbirlerine güven duymadıkları halde, güven duyuyormuş gibi hareket etmişler. Millet İttifakı’nın yaşadığı daha ilk krizde, samimiyetsizliğin ve güvensizliğin boyutlarını gördük. Ancak genel başkanlar fevri davranmadılar.  Kılıçdaroğlu başta olmak üzere, hepsi serinkanlılıklarını korudular ve sağduyu ile hareket ettiler. Yoksa süreci tersine çeviremezlerdi.“Sonrasını görmek” yöneticilerde mutlaka olması gereken bir beceri. Siyasilerin çoğunda bu beceri yok. Yaşananlar hepimize bu gerçeği gösterdi ve şok olduk.

 

Burada kimin haklı ya da kimin haksız olmasını tartışmıyorum. Her partinin kendine göre hesapları var ve beklentileri doğrultusunda pozisyon alıyor. Hepimiz biliyoruz; siyasetçiler genel olarak yeterince dürüst ve sorumlu değiller. Ortada tartışılması gereken bir “ahlak” sorunu var. Davranışları yönlendiren değerlerin, sorgulaması gerekiyor. İşin dikkat çeken yanı; siyasal ahlakın kaybolduğunu hemen herkes kabul ediyor, ancak toplumun bu ahlaksızlığa verdiği tepki neredeyse yok.

 

Türkiye’de siyaset zorlu bir iş; inanılmaz büyük bir mesai gerektiriyor. Ancak çok verimsiz ve tam anlamıyla bir zaman kaybı. Siyasete bir şekilde bulaşanlar, bir daha kopamıyorlar. Demek ki çok cazip bir tarafı var. Dahası bağımlılık yaratıyor, hem de aklı yedeğe alacak kadar. Analitik düşünmekten yoksun, sorgulamayan, salt aidiyet bağlarıyla hareket eden bu insanlar çoğunluğu temsil ediyorlar.

Sosyal bilimciler ahlak kurallarını; bireyin, birey ve toplumla ilişkilerini düzenleyen normlar olarak tanımlar. Günümüzde toplumsal değişim çok hızlı; değerler önemini yitiriyor, kurallar sarsılıyor. Ekonomik yapı, siyasal örgütlenme biçimleri, kentsel yaşam, iletişim araçları değişiyor. Böylesine devasa değişimler bireylerarası ilişkileri de etkiliyor.

 

Siyaset ile ahlak arasında çok yakın bir ilişki olmasına karşın “siyasal ahlak” konusuna yeterince önem vermiyoruz. Otoriter düzende siyasal ahlak; üstü asta, devletin yurttaşa, büyüğün küçüğe kabul ettirdiği kurallar bütünü. Görüntüde kimse karşı çıkmıyor, hem de içine sinmese de karşı çıkmıyor. Çünkü bu rejimlerde lider “hâkim-i mutlak”. Dolayısıyla eleştirilemez. Özgürlük zararlıdır, özgür basın da bu nedenle gereksizdir. Gücünü zorbalıktan, polis ve askerden alır. Bu ahlakın var olduğu düzende, insan özgür olamadığından, yaratıcı da olamaz. Samimi değildir, sevme potansiyeli düşüktür. Bu düzen, ahlaki yozlaşmanın en yoğun olduğu düzendir.

 

Demokratik düzende siyasal ahlak ise, doğal olarak otoriter düzendekinin tam tersidir. Demokratik yönetimlere geçişte, yönetimlerin dayandığı temel ahlaki değerler kökten değişmek zorundadır. Siyasal ahlakın çöküşüne ait Türkiye’de sayısız örnekler var. Günlük yaşama bakmak, bir kısım basını ve sosyal medyayı okumak yeterli.

 

Siyaset Bilimci İlter Turan siyasal yozlaşmayı, siyasal görevlerde bulunanların, toplum adına karar verenlerin, tasarruf ettikleri yetki ve kaynakları, kural tanımadan ve kendi çıkarları için kullanmaları olarak tanımlıyor. Burada dile getirilen “kural” bir yasal düzenleme de olabilir ya da yazılı olmayan ancak uyulması beklenen anlayışlar, ilkeler ve davranışlar da olabilir.

 

Peki, siyasal yozlaşmayı yaratan nedir? Birinci değişken “hızlı nüfus artışı”. Kamu hizmetleri yetersiz olduğundan; kimin yararlanacağı, kimin kayrılacağı, iltimas, rüşvet, zor kullanma, tehdit vs. ile belirleniyor.

 

İkinci değişken “hızlı kentleşme”. Nüfus artışının yarattığı bir sonuç olan kentleşme, bozulmayı, yozlaşmayı farklı boyutlara taşıyan bir olgu. Kente gelenlerin büyük bölümü, kent yaşamına, kent kültürüne uzakta bir yaşam sürüyor. Kentleşiyor, ama kentlileşemiyor. Siyaset kentte yapılsa da hala kırsal anlayışlar geçerli. Zayıflıklar nedeniyle, toplu hareket etme yeteneği gelişiyor. Bu topluluklar bir arada hareket ederek, seçim sonuçlarına büyük etki yapıyorlar. Bunu kamu atamalarında; kendilerinin, akrabalarının ya da hemşerilerinin kayrılması karşılığında yapıyorlar. Kentin bu tarz siyasal yapısı; etnik ve dinsel temelde ayrışmaları da tetikliyor. Gerçek bir kent yaşamında; soy, sop, aşiret, mezhep ve benzeri bağların yeri olmaz. Bunların yerini; sınıf, meslek grubu gibi daha nesnel ve evrensel bağlar alır. Ancak Türkiye’de çarpık kentleşme süreci bunları yaratmıyor. Kent değerlerini özümsemeden kentte yaşamak, yozlaşmayı büyütüyor. Bir taraftan cemaat değerleri öne çıkıyor, diğer taraftan rüşvet, kamu mallarının yağmalanması yaygınlaşıyor.

 

Yozlaşmaya yol açan üçüncü değişken ekonomik yapı. Son dönemde değerlerin hızla yitirildiği bir sürece girdik. Para nasıl kazanıldığına bakılmaksızın, en büyük güç haline geldi. Dahası, bireyin toplum içindeki yerini ve saygınlığını belirleyen en temel değişken para. Özellikle Ak Parti’nin iktidarında çoğunluğun dini imanı para oldu. Bütün değerlerimizi yitirmeye başladık.

 

Siyasal ahlaksızlığı devlet yaratıyor. Çünkü ekonomik faaliyetlerinde siyasal ölçütleri dikkate alıyor. Siyasal ve idari yozlaşmanın temel nedeni bu. Üstelik toplum bu durumu, artık yadırgamaz hale geldi. Vahim olan bu. Dahası, bu yoz davranışların sahipleri, herkesi bu sürece sokmaya çalışıyorlar. Bu insanlar birbirlerini kollayan insanlar. Üstelik bazıları silahlı. Devlet, güvenlik gerekçeleriyle bu yoz eylemleri görmezden geliyor. Türkiye “açık toplum” değil, yani siyaset şeffaf değil. Açık toplumda devlet hiçbir sırrını halkından gizleyemez. Bu model otoriterlik karşıtı bir model. Bugün Türkiye’de, demokrasi ve siyasal katılım ile devleti denetlemek mümkün değil. Çünkü açık toplumun temel taşları olan siyasal özgürlük ve insan hakları sınırlı. Kişiler anayasal güvenceden yoksunlar.

 

Siyasal sistemi sorgulamamız şart. Bunun için, öncelikle düşünmeye başlamamız gerek. Merak etmek, şüphelenmek, araştırmak ve soru sormak sonraki aşamalar. Kişi kendisine dayatılan düşünceleri, inançları sorgulamadan olduğu gibi kabul ederse; kendisi olamaz, kendi yaşamının kurallarını yaratamaz. Başkalarının doğrularıyla yaşamak istemiyorsak; aykırı olmayı, yalnız kalmayı göze almalıyız. Özgürlük için, sorgulama kapasitesine sahip olmamız gerektiğini bilmek zorundayız.

 

Tuygan ÇALIKOĞLU



Bu yazı 18910 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

ÇOK OKUNAN HABERLER
FOTO GALERİ
  • Bebişler
    Bebişler
  • Yurdum İnsanı
    Yurdum İnsanı
  • FANTASTİK
    FANTASTİK
  • ATATÜRK
    ATATÜRK
FOTO GALERİ
VİDEO GALERİ
  • Doğtaş Mobilya'dan 18 Mart'a Özel Video
    resim yok
  • 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi 108'nci Yıldönümü
    18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi 108'nci Yıldönümü
  • Çanakkale 2015 Tanıtım Filmi
    Çanakkale 2015 Tanıtım Filmi
  • Barışın ve Özgürlüklerin Kenti "Çanakkale"
    Barışın ve Özgürlüklerin Kenti
  • TSK'dan Muhteşem Çanakkale Türküsü
    TSK'dan Muhteşem Çanakkale Türküsü
  • Çanakkale Gangnam Style
    Çanakkale Gangnam Style
VİDEO GALERİ
YUKARI