thejrc.org
Bugun...
Bizi izleyin:


Tuygan Çalıkoğlu


Facebookta Paylaş









Yeni Seçmenin Kaçı Oy Kullanacak?
Tarih: 30-10-2022 10:48:00 Güncelleme: 30-10-2022 10:51:00


Türkiye’de ilk kez oy kullanacak 18 milyon seçmen var. Bu gençlerin yüzde 70’i metropollerde doğup büyüdü. Çokluğu ve çoğulculuğu eş zamanda bünyesinde barındıran metropollerde. Dolayısıyla, çokluğun yanında çoğulculuğu da gördüler. Yani, toplumsal yaşamda her türlü düşüncenin, eğilimin, gerçekliğin, eşitliğin ve özgürlüğün var olduğunu gördüler. Doğru, iyi ve güzel kavramlarına yükledikleri anlamlar önceki kuşaklardan çok farklı. Ancak son derece umutsuzlar, gelecek hayalleri bile yok. Her türlü otoriteye, özellikle de siyasal otoriteye çok tepkililer. Yaklaşık yüzde 40’ı,bütün siyasal partilere olumsuz bakıyor. Oy kullanacaklar mı? Belli değil.

 

KONDA’ya göre önümüzdeki seçimlerde ilk kez oy kullanacak bu gençlerin 3 milyonu iktidar yanlısı, geri kalanı muhalif. Seçime katılma oranı, seçim sonucunu belirleyecek. Bu gençler olaylara ideolojik bakmıyorlar ve önceki kuşaklardan çok farklı bakış açıları dikkat çekiyor. Onların beklentilerini anlayan ve bu doğrultuda umut yaratabilen siyasal partiler büyük avantaj sahibi olacaklar.

 

Kamuoyu araştırmalarına göre; iktidar Cumhurbaşkanlığını kazansa bile, TBMM’de çoğunluğa sahip olamayacak. Eğer Cumhurbaşkanlığını muhalefet kazanırsa, onların da Parlamenter Sistem’e geçiş için anayasayı değiştirme gücü olamayacak. Simülasyonlar kaotik bir süreci işaret ediyor. Böyle bir durumda yeni bir seçim kaçınılmaz olabilir. Sonuç ne olursa olsun, bugün yürütülen siyaset tarzı bitmek zorunda. Dünyada yeni bir dönem başladı, küresel ölçekte benzeri görülmemiş olayların arifesindeyiz. Türkiye; değişen ekonomiyi, yürürlüğe sokulacak yeni para sistemini, ortaya çıkan ve kalıcı hale gelen derin yoksulluğu, adaletsiz gelir dağılımını ve devasa fırsat eşitsizliğini görmek zorunda. Bunları yok sayarak Türkiye’yi eski anlayışlarla yönetmek mümkün değil. Yaşananlardan ders almış olmamız gerek. Siyasetçiler yeni bir siyaset anlayışını hayata geçirmek zorundalar. Aksi takdirde aynı sorunları yaşamaya devam edeceğimizi herkesin bilmesi gerek.

 

Mesele sanayi toplumundan, bilgi toplumuna geçme meselesi. Hala sanayi toplum anlayışıyla yürütülen siyaset var, iş tanımları var, örgütlenme var. Tüm kurumlar aynı paradigma ile yönetiliyor. Ancak sanayi toplumunun bu zihin haritası artık geçerli değil. Bilgi toplumunun yönetim anlayışı tesis edilmek zorunda. Gelişmiş ülkeler, teknolojik üstünlükleri ile katma değeri yüksek üretim yapıyorlar. Diğer ülkelerle aradaki fark, bırakın kapanmayı, her geçen gün artıyor. Ayrıca kimlik sorunları var Türkiye’nin. Türkiye Cumhuriyeti’nin işaret ettiği çağdaş uygarlık “Batı” uygarlığı. Büyük çoğunluk buna inanıyor, ancak nüfusun bir kısmının “Cumhuriyet” ve “harf devrimi” ile sorunu var. İnanılacak gibi değil, ancak Ak Parti’nin Grup Başkanvekili Mahir Ünal, “Cumhuriyet bizim lügatimizi, alfabemizi, dilimizi hasılı bütün düşünme setlerimizi yok etmiştir” dedi. İYİ Parti Genel Sekreteri Uğur Poyraz’ın hemen verdiği tepki ise çoğunluğun duygularını dile getirir nitelikte; “Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyetimize ilişkin nefretiniz, mücadeleniz bitmedi.” Ne yazık ki, Türkiye siyasetinde Cumhuriyet kavramını bile kullanmayan bir kesim var.

Türkiye kalıcı olarak yoksullaşıyor, toplumsal adalet kalmadı, eğitimde fırsat eşitliği yok, sağlık sistemi çökmüş durumda. Randevu alınamıyor, doktora, ilaca erişim adaletsizliği had safhada. Yoksulluk ve yoksunluk artık bir hak ve özgürlük meselesi. TÜİK rakamlarına göre 2021’de en yüksek gelire sahip yüzde 20’lik nüfus, ülke toplam gelirinin yüzde 46,7’sine sahip. En tepedeki yüzde 10 ile an alttaki yüzde 10 arasında tam 13,7 kat gelir farkı var. Nüfusun yüzde 27,2’si çok ciddi bir maddi sıkıntı içinde. Bu rakamlar 2022’de daha da arttı. Yani yoksul daha da yoksullaştı. 2020 verileriyle tam 22 milyonun üzerinde bir nüfus, merkezi hükümetin yardımıyla yaşıyor. Dahası, iki yıl öncesine ait bu son verilerin içinde, yerel yönetimler ve sivil toplumun çabaları yok. Doğru verilere ulaşmak mümkün değil. TÜİK enflasyonu yüzde 83 olarak açıklarken, ENAG aynı sepetteki enflasyonu yüzde 180 olarak ilan ediyor. Halkın pazarda yaşadığı enflasyon ise yüzde 200’ün çok üzerinde.

 

Devletin ekonomik yönetiminin göstergesi borç miktarının durumudur, artıp artmadığıdır. Borçlar artıyorsa, gelir gider arasında bir sorun vardır. Giderler yatırım için yapılmışsa, bunun halkın yaşam kalitesine bir katkısı olup olmadığına bakılır. Eğer artmıyorsa, işte o zaman ortada ciddi bir sorun vardır ve sorgulanması gerekir. Devletin yaptığı iç ve dış borç toplamına bakalım; 2015’de 678 milyar lira, 2016’da 759 milyar lira, 2017’de 876 milyar lira.  2018’de ise, yani bizim Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçtiğimiz dönemde borç miktarı 1 trilyon lirayı aşıyor. Bunlar devletin resmi rakamları. Cumhuriyet kurulduğundan, 2018’e kadar toplam borç miktarı ise 1 trilyon lira. Üstelik bu borcun çok büyük bölümü Ak Parti döneminde yapılmış borçlar. Çünkü Ak Parti’nin iktidara geldiği yıl olan 2003’de, borç miktarı sadece 283 milyar lira. Peki, Erdoğan’ın “Verin bu kardeşinize yetkiyi” dedikten sonra neler oldu? 2019’da 1 trilyon 329 milyar lira, 2020’de 1 trilyon 812 milyar lira, 2021’de 2 trilyon 747 milyar lira, 2022’de ise daha yıl tamamlanmadan Eylül ayı itibarıyla tam 3 trilyon 674 milyar lira. Ekonomist Evren Zelyut haklı olarak soruyor? Nereye gitti bu paralar? Yatırım mı var? Açılan fabrika mı var? Yaşam kalitemiz mi arttı bu dönemde? Hayır. Giderek artan bu borç stoku, ülkenin iyi yönetilmediğinin somut göstergesi. Devletin, yani merkezi hükümetlerin yaptığı borçlara “devletin borcu” diyoruz, ama aslında bizim, hepimizin borcu bunlar. Bu borcu biz ödeyeceğiz. CHP Sözcüsü Faik Öztrak; Türkiye’de yeni doğan bir bebeğin, 25 bin 261 liralık faiz yüküyle gözünü açtığını söylüyor. Borcun artması daha yüksek bir enflasyon demek. Yani halkın daha yoksullaşması. Bu yetmiyor, çünkü CDS denilen borçlanma risk primini artırıyor. CDS artınca dolar kuru yukarı gidiyor. Bu durumda doları düşürme hedefinden her geçen gün uzaklaşıyoruz. İktidar, doları 18,60 seviyesinde tuttuğu için seviniyor. Bu asla sevinilecek bir durum değil, bu kurun düşmesi şart.

 

Borçlanma dışında bir meselemiz de Merkez Bankası. Birinci neden faizi enflasyonun çok altında tutması. Borçlanma yetmeyince de para basması. İktisat bilimi “ekonomik büyümenin üstünde para basılmaz” der. Basılırsa, enflasyon olarak karşımıza çıkar. MB bu kurala uyuyor mu? MB’nin kendi sitesindeki rakamlara bakalım. Dolaşımdaki para ile bankalardaki vadesiz mevduatların toplamını ifade eden M1 para arzı ne durumda? 2022 Ocak ayında 2,1 trilyon lira olan M1, bugün 3 trilyon liraya yaklaşmış durumda. Dahası, 2021’de bu rakam 1,2 trilyon lira idi. Bu veriler ülkenin yaklaşık üç kat büyümesi anlamına gelir. Böyle bir büyüme yok. İktidar sadece piyasaya para pompalayarak tüketim ekonomisini körüklüyor. Hala parası olan insanlar, nasılsa fiyatlar daha da artacak diye gereksiz tüketim harcamaları yapıyor, talebi artırıyorlar. Ancak bu büyüme sağlıklı bir büyüme değil. Çünkü üretimle değil, tüketimle gerçekleşen bir büyüme. Mesele burada. Bugüne dek görülmemiş bir enflasyonla karşı karşıyayız. Yani daha derin bir yoksullaşmayla. Sonrasında iktidarın müdahaleleri yetmeyecek ve dolar kuru yükselecek. İktidar da bu gerçeği biliyor, ama seçime kadar götürme çabasında. Benden sonra tufan anlayışı. Ak Parti 2023’de tam 660 milyar lira bütçe açığı öngörüyor. Seçim kazanmak içim iktidar muazzam para akıtacak ve seçim öncesinde bu açık 1 trilyonu lirayı rahatlıkla aşacak.  Bu paranın yan etkilerini düşünmek bile ürkütücü.

 

Türkiye; korkuları, beklentileri ve arayışları eşliğinde 2023 seçimine gidiyor. Kaygılı bir bekleyiş içindeyiz ve umuda ihtiyacımız var. Bekir Ağırdır yapılacak seçimi, Cumhurbaşkanı seçmenin ötesinde, bir “medeniyet tercihi” olarak görüyor. Bu düşünceyi çok değerli buluyor ve destekliyorum. Muhalefetin adayının iddia sahibi olması, heyecan yaratması ve kitleleri ayağa kaldırması gerek. Erdoğan ile polemik yarışına girmeyen bir aday. Muhatabının; Erdoğan değil seçmen olduğunu bilen bir aday. Adalet, özgürlük ve liyakat isteyen genç seçmeni sandığa götürebilecek bir aday. Bu beklentileri, ancak geçen yüzyılın “zihin haritasıyla” hareket etmeyen bir aday karşılayabilir. Aksi takdirde bu gençlerin oyunu almak mümkün değil.

 

Tuygan ÇALIKOĞLU



Bu yazı 22178 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

ÇOK OKUNAN HABERLER
FOTO GALERİ
  • Bebişler
    Bebişler
  • Yurdum İnsanı
    Yurdum İnsanı
  • FANTASTİK
    FANTASTİK
  • ATATÜRK
    ATATÜRK
FOTO GALERİ
VİDEO GALERİ
  • Doğtaş Mobilya'dan 18 Mart'a Özel Video
    resim yok
  • 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi 108'nci Yıldönümü
    18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi 108'nci Yıldönümü
  • Çanakkale 2015 Tanıtım Filmi
    Çanakkale 2015 Tanıtım Filmi
  • Barışın ve Özgürlüklerin Kenti "Çanakkale"
    Barışın ve Özgürlüklerin Kenti
  • TSK'dan Muhteşem Çanakkale Türküsü
    TSK'dan Muhteşem Çanakkale Türküsü
  • Çanakkale Gangnam Style
    Çanakkale Gangnam Style
VİDEO GALERİ
YUKARI