thejrc.org
Bugun...
Bizi izleyin:


Tuygan Çalıkoğlu


Facebookta Paylaş









“Suçlu Benim” Diyebilmek
Tarih: 08-07-2018 09:25:00 Güncelleme: 08-07-2018 09:25:00


Seçimlerden sonra muhalif kesimde umutsuzluğun, yılgınlığın yükseldiği bir sürece girdik. Hoşnutsuzluk tavan yapmış durumda, negatif enerji salınımı yüksek. Her türlü çabanın boşuna olduğuna dair bir kanaat var kitlelerce paylaşılan. “konuşma, yazma çabası faydasız”, “değişim beklentisi anlamsız” türünden yakınmaları günlük yaşamda ve özellikle sosyal medyada sıklıkla duyuyoruz. Toplumun neredeyse yarısında var olan “her şey boşuna duygusu” dalga, dalga yükseliyor. Havada çaresizlik var, çaresizliğin yarattığı öfke var, nefret var. Ancak bu duyguların varlığı hepimizin yaşam kalitesini etkiliyor, dahası aynı toplumda yaşadığımızdan bu negatif enerjiler bütün topluma yayılıyor. Çünkü insan organizması elektromanyetik frekanslar yayar, hücreler, dokular, organların hepsinin farklı frekansları vardır. Hasta ve sağlıklı insanların frekansları birbirinden farklıdır. Kişinin olumsuz duygu ve düşünceleri sadece vücudun kendi içindeki iletişimi bozup kişiyi hasta etmekle kalmaz, etkileşimde olduğu insanları da olumsuz etkiler.

 

İnsanlar her türlü adaletsizlikler karşısında, bu adaletsizlikleri yaratanların suçluluk duymalarını, utanmalarını bekliyorlar. Ancak bu kişilerin büyük bölümünün iç hesaplaşma yapmaları, kendilerini sorgulamaları ne yazık ki söz konusu değil. Gelişmiş insan kendi içsel değerleriyle barışık olmadan yaşayamaz. İç barışı sağlamak hem dinin hem de felsefenin işaret ettiği çok önemli bir ihtiyaçtır ve bu norm ahlakın en temel değerini oluşturur. Ancak insanlarımız çoğunlukla, konumu ne olursa olsun, hangi düşünceyi savunuyor olursa olsun haklılıklarından hiç kuşku duymuyorlar. Bir iç hesaplaşmaya gördüklerini söylemek zor. Günün sonunda, kişinin kendisiyle konuşarak günün muhasebesini yapması yaygın bir pratik değil. Herkes kendini haklı görüyor, yanlış yapabileceğini düşünmüyor ve yanlışlarıyla yaşamaya devam ediyor. İnsanlar arası sevgi, güven, dayanışma, işbirliği bu süreçte giderek kayboluyor. Önce olumsuz duygular iletişim kalitesini bozuyor, sonrasında insanlar birbirlerinden uzaklaşıyor, yalnızlaşıyorlar. Hem de kalabalık içinde yalnızlaşıyorlar. Çünkü insanların birbirini anlama çabası yok, yardımlaşma yok, dayanışma yok. Fazlasıyla olan ise, birbirine tahammül edememe duygusu.  

Karanlık ortaçağ döneminin özgür ruhu olarak tanımlanan Lupelius’un 9. Yüzyılda yazdığı ünlü kitabı “School for Gods” (Tanrılar Okulu)nda dile getirdiği felsefesine göre; yaşam birbirine paralel iki hat üzerinde ilerler; Birinci hat bize doğru akan “olaylar” ve sonrasında oluşan koşullar, diğer hat ise duygularımızı ve ruh halimizi yaratan “durumlar”. İnsanlar kendi yaşamlarına odaklanarak, bu durumun dışımızda gelişen olaylardan kaynaklandığına inanırlar. Gerçek tam tersidir; bizim “oluş” durumlarımız uygun olayları kendine çeker. Olaylar, düşüncelerimizin ve Oluş durumlarımızın gözle görünür halidir. Sanki bizim irademizden farklı, bağımsız olarak ortaya çıkıyormuş gibi görünen bu olayları biz yaratıyoruz. Olması için sürekli yakaran ve farkında olmadan olayları hayata geçiren biz. Yaşam olaylardan meydana gelir, ancak daha fazlası ruhsal durumlarımızdan oluşur. Ruhsal durumumuzun, yaşam koşullarımızdaki ve karşılaştığımız olaylardaki rolünü bilmiyoruz ve yaşamımızı anlamsızca tüketiyoruz. Mevcut eğitim sistemi bize düşüncelerimizi yönetmeyi öğretmiyor. Sıradan kültür de duygu ve düşüncelerin bu gücünü bize öğretmiyor, tam tersine bizi bu gerçekten uzaklaştırıyor. Olaylar ve durumlar arasında bir benzerlik ilişkisi vardır. Bizim göremediğimiz bu ilişkinin bir sebep- sonuç ilişkisi değil, fark edemediğimiz bir özdeşlik olduğudur. Görmemizi engelleyen, içsel durumumuzun, bizim dışımızda oluşan olaylar arasındaki zaman farkıdır. İlk aşamada ruhsal durumumuz zaman boşluğunda, dışımızdaki olaylara dönüşme sürecine girer ve ikinci aşamada olaylar karşımıza çıkar. Bütün ruh hallerimiz; duygular, düşünceler, heyecanlar vs. biz unuttuk sansak da, bilinç ya da bilinçaltında mevcuttur ve zaman içinde olayları çeker ve bize yaşatır. Gerçekleşmesi değişik süreler alabilir, ama sonunda mutlaka bize ulaşır.

 

“Oluş” ve ruhsal durum olayların temel belirleyicileridir. Bu nedenle kişinin kendisine rağmen, onun dışında başına gelecek hiçbir olay yoktur. Dolayısıyla sahip olduğumuz yaşam ile düşüncelerimiz, tutkularımız, heyecanlarımız arasında çok yakın bir ilişki vardır. Duygu ve düşüncelerimize hâkim olursak yaşamımızın kontrolünü ele geçirebiliriz. Ancak davranışlarımızı dış olayların belirlediğine olan inancımız, doğru düşünmemizi engeller. Örneğin, yaşadığımız bir olay, aldığımız bir haber ya da bir karşılaşma sonucu oluşan huzursuzluk, kaygı, şaşkınlık gibi duygularımızın, bu olayların etkisiyle ortaya çıktığını düşünürüz. Aslında bunun tam tersi de olsa, “oluş” durumumuz bunları dışımızda gerçekleşen olaylar olarak kabul eder. Gerçekte bu olayları belirleyen ve önceden ilan eden kendi “oluş” durumumuzdur. Unutmamamız gereken, iyi ya da kötü bir olayın başımıza gelmesi için, önce bizim içimizde onun gerçekleşme koşullarını yaratmamız gerektiğidir. Çünkü evren olduğu haliyle mükemmeldir, değişmesi gereken kişinin kendisidir.

 

Umutsuzluk ve yılgınlıktan uzaklaşmak için öncelikle kişisel ataleti yenmek gerek. Atalet tembelliktir, yorgunluktur, yavaşlamaktır, düş kırıklığı, tükenmişlik, tepkisizliktir. Bütün bu duyguların insanı kuşatması ve ruhunu ele geçirmesidir. Yaşamda neyi, nasıl yapacağımızı bilmek zorundayız. Yapmamakla neler yitireceğimizi, yaparak neler kazanacağımızı bilirsek bizi durduran ataleti kolaylıkla yeneriz.

 

Tarihsel süreç içinde insanın ne denli yıkıcı, yok edici olduğunu, yıkıcılığının ulaştığı inanılmaz boyutları, yaşanan trajedileri biliyoruz. Ancak bunun yanında tarihte hiç görülmediği kadar gerçeğe ve bilgiye hepimiz kolaylıkla ulaşabiliyoruz. Çağımızda insanlık zor bir dönemden geçiyor ve küresel ölçekte sorunlar herkesi etkiliyor, insanlar mutsuz ve umutsuz. Bir tarafta ideolojik ve duygusal körlük yükseliyor, ancak diğer tarafta insan sevgi ve dayanışmasının, sabrın, metanetin, iyiliğin, hoşgörünün, vicdanın çok derin tarihsel kökleri var. Sorunları çözmenin şifreleri de zaten burada yatıyor.

 

Türkiye olarak yeni bir döneme girdik; hepimizin ne yaşamakta olduğunu anlamaya, uyum içinde bir görüşe ve bütünleşmeye ihtiyacımız var. Bu ihtiyacı karşılayabilmemiz, bugün sahip olduğumuzdan farklı bir bilince ulaşmamıza bağlı. Bu nedenle olaylara bakışımızı değiştirmemiz, karşımızdakini onaylamasak bile anlamamız, anladığımızı onunla paylaşmamız gerek. Yanlış kararlarımızın sorumluluğunu üstlenmek, “suçlu benim” diyebilmek çok önemli bir erdem. Yoksa kendimizi sürekli haklı görme sonucu; birbirimizi acıtarak, inciterek, yok sayarak ne bireysel ne de toplumsal huzuru sağlamamız mümkün. Bilmeliyiz ki, dünyayı ancak uyum ve bütünlüğe sahip kişiler iyileştirebilir.

 

Tuygan ÇALIKOĞLU

tuygan@hotmail.com      www.tuygancalikoglu.com.tr   

Kaynak: School for Gods (Tanrılar Okulu), Stefano D’Anna /  Kişisel Ataleti Yenmek, Mümin Sekman /  İçinizdeki Hekim- Şifa Sende 1-2, Dr. Erhan Özer/  http://www.biorezonans.com.tr



Bu yazı 14134 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

ÇOK OKUNAN HABERLER
FOTO GALERİ
  • Bebişler
    Bebişler
  • Yurdum İnsanı
    Yurdum İnsanı
  • FANTASTİK
    FANTASTİK
  • ATATÜRK
    ATATÜRK
FOTO GALERİ
VİDEO GALERİ
  • Doğtaş Mobilya'dan 18 Mart'a Özel Video
    resim yok
  • 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi 108'nci Yıldönümü
    18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi 108'nci Yıldönümü
  • Çanakkale 2015 Tanıtım Filmi
    Çanakkale 2015 Tanıtım Filmi
  • Barışın ve Özgürlüklerin Kenti "Çanakkale"
    Barışın ve Özgürlüklerin Kenti
  • TSK'dan Muhteşem Çanakkale Türküsü
    TSK'dan Muhteşem Çanakkale Türküsü
  • Çanakkale Gangnam Style
    Çanakkale Gangnam Style
VİDEO GALERİ
YUKARI