Türkiye tasarrufu yetersiz bir ülke, ekonomisini geliştirmesi için dışarıdan gelecek yatırım sermayesine ve ucuz finansmana ihtiyacı var. Yoksa ekonomisinin çarklarını döndürmesi, vatandaşa iş ve aş sağlaması mümkün değil. Yatırım sermayesinin gelmesi ve dış finansmanın ucuzlaması ise Türkiye’ye duyulan güvene bağlı. Bunun için demokrasi kalitesini yükseltmek, hukuk devletini tesis etmek şart.
Türkiye AB ile müzakereler döneminde, özellikle 2005 ve sonrasında, yıllık 20 milyar Doların üzerinde seyreden dış yatırımlar 10 milyar Dolar düzeyine inmiş durumda. Türk şirketleri ekonomide riskleri görerek yatırımlarını çoktan yurt dışına kaydırmaya başladı ve ciddi miktarda alımlar yaptı. Bugün ülkenin dış borç toplamı 450 milyar Dolar; bunun 306 milyar doları özel sektöre, 138 milyar doları kamuya ve yaklaşık 6 milyarı doları da Merkez Bankası’na ait. Bu borçların önemli bölümü kısa vadeli, 2019’da borçları yine borçla finanse etmek için 225 milyar Dolar gerek. İstanbul Sanayi Odası (İSO) tarafından hazırlanan rapora göre, şirketler faaliyet karlarının yarısından fazlasını, finansman giderlerini karşılamak için kullanıyor. Bu durum sürdürülebilir değil. Artık her türlü üretim pahalı hale geldi, üretici reel bir kazanç yaratmaktan her geçen gün uzaklaşıyor. Bunun sonucu olarak tarımın yanında, imalat sanayi üretimi de dramatik biçimde düşüyor, işverenler işçi çıkartmak zorunda.
Nedenleri sorgularsak, öncelikle kamu borçlarının son dönemde ciddi oranda artığını görüyoruz. 2017’de kamu borcu 230 milyar dolara, bütçe açığı 47,4 milyar Dolara çıktı. 2016’da cari açık GSYH’nin yüzde 3,8’i iken, 2017’de yüzde 4,9’a yükseldi. Kısa vadeli dış finansmana ihtiyaç giderek artıyor. Türk Lirası kazanan, ancak dövizle borçlanan şirketler bugün ayakta kalmakta zorluk çekiyor. Sermaye yatırımlarının azalması ve üretimde giderek artan yüksek maliyetli borçlanma ihtiyacı enflasyonu ciddi biçimde artırdı. İşsizlik resmi rakam olan yüzde 13,5’un çok üzerinde. Geniş işsizlik yüzde 20, genç işsizlik ise yüzde 30’larda seyrediyor. Türkiye ekonomisinin yüksek maliyetli borçlanma ile dönmeye, tüketim ile büyümeye çalışması uzun vadede sürdürülebilir değil. Yüksek büyüme bütçe ve cari açığını, dış finansman ihtiyacını ve enflasyonu sürekli arttırıyor. Türkiye’nin ihtiyacı; borçlanarak, tüketerek büyümek değil, yatırım yaparak, üreterek büyümek.
Ekonomiyi siyaset yönetiyor. Ekonomik sorunları anlamak için de demokrasiyi sorgulamak ve siyasal yapıyı çok iyi anlamak gerekiyor. Türkiye başkanlık sistemine geçti ve “yürütme” geniş yetkilerle donatılmış partili bir Cumhurbaşkanı tarafından yerine getiriliyor. Cumhurbaşkanı isterse Meclis’i feshedebilir, milletvekillerinin görevine son verebilir. Dahası, genel başkan sıfatıyla hangi milletvekillerinin bir sonraki dönemde tekrar aday olacakları belirleyebilir. Yeni sistemde “yasama”, yani milletvekillerinin kaderi Cumhurbaşkanının elinde. “Yargı” ya gelince; yeni anayasaya göre 13 üyeli HSK’nın 6’sı Cumhurbaşkanı tarafından, 7’si de Meclis tarafından nitelikli çoğunlukla atanmakta. 2017’deki seçimde, bu 7 üye Ak Parti ve MHP milletvekillerinin oylarıyla seçildi. Dolayısıyla, HSK üyelerinin çoğunluğunu Ak Parti tek başına belirledi. Böyle bir sistem hiçbir gelişmiş demokraside yok. Tüm Avrupa’da HSK üyeleri yargının içinden seçiliyor. Başka bir önemli sorun alan Cumhurbaşkanlığı sisteminin, büyük ölçüde kararnamelerle yönetimi öngörmesi. Bütün bu uygulamalar Türkiye’de kuvvetler ayrılığının yeterince kurulamadığının somut göstergeleri.
Yeni sistemin ittifakları zorunlu hale getiriyor. İlk kez Cumhurbaşkanlığı seçiminde uygulanan yeni sistem, 31 Mart yerel seçimlerinde de büyük ölçüde geçerli olacak. Çok sesliliğe zarar veren, kutuplaşmayı artıran bu sistemin daha şimdiden insanları nasıl yorduğu, ilişkileri nasıl zedelediği, kullanılan dilin nasıl örseleyici hale getirdiğini görüyoruz. Bir başka sorun, siyasi partilerin adaylarını demokratik olmayan süreçlerde belirlemesinde. Gelişmiş batı demokrasilerinde genel olarak adaylar ya açık ya da kapalı ön seçimle belirlenir. “Açık” ön seçim her seçmenin katıldığı, “kapalı” ön seçim ise sadece ilgili siyasal parti üyelerinin katıldığı seçimlerdir. Türkiye’de CHP kısmi olarak kapalı ön seçim modelini uygulasa da, bunun pek fazla bir önemi yok. Çünkü modelin başarılı olması için mevcut üyelik sisteminin şeffaf ve denetlenebilir olması şart.
Genel ve yerel yönetimlerde kadınların yeterince söz sahibi olmaması ayrı bir sorun. Dünya Parlamenterler Birliği’nin ülkeler bazında parlamentolarda kadın araştırmasına göre, Türkiye 193 ülke içinde 133.sırada. Nüfusun kabaca yüzde 50’si kadın olmasına karşın Meclis’te kadın temsili yüzde 17, 33 kentin kadın milletvekili yok. Bu verilerle Türkiye gelişmiş dünyanın çok gerisinde yer alıyor.
Görevden alınan ya da istifa ettirilen belediye başkanları ise ayrı bir sorun. Demokrasilerde yönetimler hem genelde hem de yerelde halk tarafından seçilir. Ancak Türkiye’de nüfusun yüzde 43’ü halkın seçmediği belediye başkanları tarafından yönetilmektedir. Başkanların yargılanması kuşkusuz yapılmalıdır ve suçlu bulunduklarında mutlaka cezalandırılmalıdır. Ancak görevden alınan bir belediye başkanının yerine, makul bir sürede yeni bir başkan seçmek halkın sorumluluğudur ve demokrasinin gereğidir. Milletvekilleri için uygulanan sistem aynen yerelde de uygulanmak zorundadır.
Ülkelerin demokrasi kalitesi ile ekonomik performansı arasında pozitif bir ilişki var. Yaşadığımız sorunlar nedeniyle ihtiyaç duyduğumuz yabancı yatırım sermayesini ve ucuz dış finansmanını artık bulamıyoruz. Ak Parti’nin iktidarda olduğu ilk 14 yıllık döneme (2003- 2016) bakarsak; büyümede, enflasyonda, bütçe açığında ve kamu kesimi borç yükünde başarı sağlandığını görüyoruz. Buna karşılık işsizlik, cari açık ve özel kesim dış borç yükünde ekonomide bozulmalar söz konusu. Başarı ya da başarısızlığı anlamak için, Türkiye GSYH’sinin küresel GSYH içindeki payına bakmalıyız. Ak Parti iktidarında Türkiye’nin küresel GSYH pastasından aldığı pay artmadı. Gelir dağılımındaki adaletsizlik giderilmiş değil. Gelir dağılımında bozukluğunun göstergesi, Gini katsayısının 0,40’ın üzerinde olmasıdır. Ak Parti iktidarında üç yıl dışında Gini katsayısı, hep 0,40’ın üzerinde seyretti. Kuzey Avrupa ülkelerinde Gini katsayısı 0,25, eski sosyalist ülkelerde ise 0,30 dolayındadır. Gelirden en fazla pay alan yüzde 20’lik grubun geliriyle, en düşük pay alan yüzde 20’lik grubun geliri arasında fark Ak Parti iktidarı boyunca 7- 8 katın altına inmemiştir.
Türkiye’nin ekonomik sorunlarını aşması yeni bir siyaset anlayışıyla mümkün olabilir. Öncelikle siyasetin yeni bir vizyona ve bu vizyonu seslendirecek yeni aktörlere ihtiyacı var. Hep beraber yaşadık; siyaset 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimi genel seçim havasına sokarak kutuplaşmayı artırdı. Ortaya çıkan gerilim her kesimden herkesi yordu, ilişkileri bozdu. Türkiye normalleşmek zorunda; insanlar birbirine güvenmek ve birbirini sevmek zorunda; aksi takdirde kutuplaşmadan kurtulmak mümkün değil. Ekonomik sorunları aşmak, ileri kültürlere geçmek için siyasal ve sosyal dönüşüm şart.
Tuygan ÇALIKOĞLU
Kaynak: Değişim Sürecinde Türkiye, Dr. Mahfi Eğilmez / Ülkem İçin Çare, Av. Ece Güner Toprak