thejrc.org
Bugun...
Bizi izleyin:


Tuygan Çalıkoğlu


Facebookta Paylaş









“Uyanış” İçin Yeni Bir Bilinç Gerek
Tarih: 05-02-2023 09:16:00 Güncelleme: 05-02-2023 09:16:00


Hayatın anlamını kavramak, mevcut bilinci değiştirmeye bağlı. Bunun için önce bilinç değişimine hazır hale gelmek gerek. İnsan “zihinsel şartlanmışlığı” ancak o zaman aşabilir ve benliğini tutsak eden egosundan kurtulabilir. Değişimi gerçekleştirmek için bunu yapmak zorunda.

 

Bilinci değiştirmek, uyanışı gerçekleştirmek demek. Uyanış sürecini fark etmek ilk aşama. Sonrasında egoyu tanımak ve egonun çalışma dinamiklerini anlamak geliyor. Yani, egonun nasıl düşündüğünü, nasıl konuştuğunu ve nasıl hareket ettiğini kavramak. İnsan, uyanışına engel olan zihinsel şartlanmayı, ancak o zaman anlayabilir. Egonun çalışma dinamiklerini bilmek iki açıdan önemli. Birincisi; egoyu tanırsak, onun bizi tekrar kandırmasına engel olabiliriz. Ego bizi ele geçiremez, bizim adımıza davranamaz. İkincisi ise; içimizdeki bilinçsizliği fark edersek, uyanış mümkün hale gelir. Yeni bilinç yükselir ve uyanış başlar. Egoyu alt etmenin tek yolu ise bilincin ışığıdır, yani kendimiz.

 

Bütün antik dinler ve ruhsal gelenekler, farklı gibi görünseler de aynı temele dayanır. Çoğu insanın normal zihinsel yapısı sorunludur. Bu zihinsel bir “rahatsızlık” demek. Hinduizm bu bozukluğa işaret eder ve bunu “aldanma perdesi” olarak adlandırır. Budizm; insan zihninin ürettiği, acı çekme ve tatminsizlikten söz eder ve “Nereye giderseniz gidin, ne yaparsanız yapın her durumda bu gerçekle karşılaşırsınız” der. Hıristiyanlık, insanın normal kolektif durumunu “mantığı kaçırmak” olarak görür. Bunun anlamı, beceriksizce yaşamak, acı çekmek ya da acıya neden olmaktır. İnsanın kolektif bilincinin bozukluğunu ifade eder.

 

İnsanın herkesi etkileyen başarıları var. Ürettiği inanılmaz güzellikte müzik, edebiyat, resim, heykel, mimari eserler var. İnsanlığın bilim ve teknolojide ulaştığı düzey, yaşam tarzını kökten değiştirdi. İnsan kuşkusuz zeki bir yaratık, ancak zekasının yanında çok ciddi ruhsal bozuklukları da bir gerçek. İşte bu hastalıklı yapısı nedeniyle insan; gezegen, diğer yaşam biçimleri ve kendisi üzerinde yıkıcı etkisini her geçen gün artırıyor. Ruhani öğretmen ve Yazar Eckhart Tolle, insanın “delilik” diye tanımladığı yıkıcı, yok edici etkisini anlamanın en iyi yolunun, yirminci yüzyıl tarihine bakmak olduğunu söyler.

 

1914 yılında,1. Dünya Savaşı ile başlayan sürece bakalım. Korku, açgözlülük ve güce ulaşmak için yapılan bu zalim savaşlar sıradan hale geldi. Geçmişteki kölelik sistemi, işkenceler ya da dinsel ve ideolojik nedenlerle yayılan şiddet gibi, yıkıcı etkilere sahip. İnsanın, insana verdiği zararı, yol açtığı yıkımı doğal felaketler yapmadı. Büyük acıları yaratan hep insanın kendisi. Örneğin; zeki bir canlı olan insan, sadece içten yanmalı motorlar üretmekle kalmadı. Bombalar, makineli tüfekler, denizaltılar, alev makineleri ve zehirli gazları icat eden de hep aynı insan. Tolle, insanı “deliliğin hizmetinde zekâ” olarak tanımlar. Bir toprak parçası için milyonlarca insanın öldüğü savaşlar başka nasıl açıklanabilir? 1918 yılına geldiğimizde, yani savaş bittiğinde; hayatta kalanlar, yol açtıkları yıkıma baktıklarında inanamadılar. Tam on milyon insan öldü, çok daha fazlası sakat kaldı. Böyle bir delilik anlaşılabilir, açıklanabilir değil. Tarihte daha önce hiç olmadığı boyutta bir yıkıcılık bu.

 

Bu savaşlar insan yıkıcılığının bir başlangıcı oldu. Yüzyılın sonunda; insanların öldürdüğü, diğer insanların sayısı yüz milyonu aştı. Bu insanların önemli bölümü, kitlesel imha silahları ve soykırım nedeniyle hayatlarını kaybettiler. Stalin döneminde Sovyetler Birliği’nde, yirmi milyon insan “devlet düşmanı, casus ve hain” gerekçeleriyle öldürüldü. Nazi Almanya’sında gerçekleştirilen Yahudi Soykırımı’nda ölen insan sayısı da bundan aşağı değildi. İspanyol İç Savaşı ya da Kamboçya gibi pek çok coğrafyada daha çok sayıda insan öldürüldü,

 

Küresel ölçekte haberlere bakarsak, delilik bitmiş değil, hatta daha da hız kazanmış durumda.21. yüzyılın başından bu yana insan zihninin kolektif bozukluğu, gezegenimize inanılmaz bir şiddet uyguluyor. Ormanlar yakılıyor, bitkiler ve hayvanlar yok ediliyor, fabrikasyon üretim yapan hayvan çiftliklerinde hayvanlara vahşet uygulanıyor. Her yerde kirlilik had safhada. Nehirler, okyanuslar canlı yaşamını tehdit ediyor. İnsan açgözlü, tatminsiz; bir türlü doymak bilmiyor. Ekosistemi yok etme boyutuna ulaşmış insan faaliyetleri, kendisini de yok edecek noktaya doğru hızla ilerliyor.

 

Korku, açgözlülük ve güce sahip olma hırsı, kişisel ilişkileri de bozuyor, çatışmaları kaçınılmaz hale getiriyor. İnsanın sapkın görüşleri nedeniyle; olayları ele alışı, yorumlayışı radikal biçimde değişiyor. Korkuları, yanlış davranışlara yol açıyor. Sürekli olarak” kendini tatmin etme” arayışı var insanın.

 

Ruhsal öğretiler bizden korkuyu ve açgözlülüğü bırakmamızı ister, ancak başarılı olduklarını söylemek zor. Çünkü bilinç değişmeden, değişim gerçekleşmez. Eckhart Tolle; kişinin kendi kavramsal kimliğini ya da diğer bir deyişle öz imajını daha güçlendirmeye çalışmasını, bu bozukluğun bir ifadesi olarak görür. Şöyle bir uyarı yapar: “İyi olmaya çalışarak, iyi olamazsınız, ama içinizde var olan iyiliği bularak ve o iyiliği ortaya çıkmasına izin vererek bunu yapabilirsiniz. Bilincinizi değiştirmeden bunu yapmanız mümkün değil.”

İnsanın; zihinsel bozukluğunu fark etmesi ve kabul etmesi, aslında insanlığın en büyük başarısı.2,500 yıl önce, Hindistan’ın kuzey doğusunda, bugünkü Nepal yakınlarında yaşamış ve daha sonra “Buda” adını alan Gautama Siddhartha, bu gerçeği ilk gören kişi. Buda “uyanmış olan” anlamına geliyor. Çin’de aynı dönemde ortaya çıkan, Lao Tzu ve Tao Te Ching de erken uyanan diğer ruhani öğretmenler. Bunlar; insanın “kendi deliliğini” tanımasını, iyileşmenin başlangıcı olarak kabul ederler. İnsana “Nasıl yaşadığına bak; Ne yaptığını ve nasıl bir acı yarattığını gör” derler. Sonraki aşama olan “uyanışa” dikkat çekerler. Bu insanlar “insan uyanışının” hayati ve gerekli parçaları olarak kabul edilir. Ne yazık ki, sonraki kuşakların genellikle yanlış anladığı kişiler bunlar. Görüşleri çarpıtıldığından bu öğretmenlerin mesajı, geçen bunca zamana karşın insanlar tarafından yeterince anlaşılamadı. Bugün çoğu insan hep kendisini “haklı”, karşısındakini de“haksız” görüyor. Zarar vermek, hatta öldürmek için, başka insanları “diğerleri”, “inançsızlar” ya da “kafirler” olarak adlandırıyor.

 

2,500 yıl önce antik bilgeler tarafından fark edilen “egoist insan deliliği”, “Bilim ve Teknoloji” geliştikçe daha belirgin bir biçimde ortaya çıktı. Bugün dünyayı tehdit eden boyuta ulaştı. Antik bilgelerin işaret ettiği, insan bilincinin “değişiminin” gerekliliği. Bu gerçek dünya nüfusunun büyük bölümü tarafından kabul ediliyor. Bir yol ayrımına gelindi ve insanlık bir seçim yapmak zorunda. Ya evrim geçirecek ya da yok olacak. İnsanlığın çok az bir bölümü, eski “egoist” zihin kalıplarını yıkmaya başladı, yeni bir bilince ulaştı. Değişim, insan zihninin algılayabileceğinden çok daha derinlerde. Bilincin merkezinde, düşüncenin ötesinde. Benliğimizin, çok daha geniş bir boyutu algılayabilme yeteneği var. Artık kimliğimizi, benlik duygumuzu o kadar önemsemeyi bırakmalıyız.“Kendimiz” olarak kabul ettiğimiz “eski bilinçten” uzaklaşmak zorundayız. 

 

Mutsuzluk ve olumsuzluk gezegenimizin bir hastalığı. Kirlilik sadece dışarıda değil, içimizde de var. İnsanın sahip olduğu nesnelerin sayısı artıkça, “kirlilik” daha da artıyor. İnsan, egosunun kıskacında, tutsak halde. Bu nedenle, mutluluğu sahip olduklarına bağlıyor, onlarla ilişkilendiriyor. Başına gelen, iyilik ya da kötülüklerin geçici olduğunu anlamıyor. Yaşamda her şeye,“olması” ya da “olmaması” gereken şeyler olarak bakıyor. Kaçırdıklarına, kaybettiklerine üzülüyor. Hep gelecek hayalleriyle yaşıyor. Bu hayalleri; onun an’da yaşamasına en büyük engel, ama bilmiyor. Bu nedenle an ‘da yaşamıyor. Hayatın kendisine sunduğu, keşfedilmeyi bekleyen mükemmelliği görmüyor. Gerçek mutluluğun bir biçim, bir mülk, bir başarı, bir kişi ya da bir olay olarak gelmeyeceğini bilmiyor. Oysa yapması gereken an’ı kabullenmek ve onu yaşamak.

 

Egomuzu zayıflatmamız gerek. Ancak egomuz sürekli olarak savunmada. Biri; bizi eleştirdiğinde ya da suçladığında, ego hep kendini haklı çıkarmaya, savunmaya ya da karşısındakini suçlamaya çalışıyor. Amacı zayıflığı onarmak. Ego için, karşı tarafın haklı yada haksız olmasının bir önemi yok. Tüm çabası kendini korumak. Örneğin, trafikte bir sürücünün “salak” diye seslenmesine, bağırarak karşılık vermek otomatik bir ego mekanizması. Öfke egoyu şişiriyor; bu ego için mantıklı, ancak doğru değil.

 

“Uyanış” düşünce ve farkındalığın ayrıldığı bir bilinç değişimi. Bir olay değil, bir süreç. Uyanık olunca; düşüncelerde kaybolmak yerine, kendimizi, onun ardındaki “farkındalık” olarak algılarız. O zaman da “düşünce” kendi başına hareket eden ve hayatımızı yöneten bir akış olmaktan çıkar ve “farkındalık” düşünceden ayrılır. İşte o zaman; düşünce bizi kontrol edemez ve farkındalığa hizmet etmeye başlar. Bilmeliyiz ki “farkındalık” evrensel zekayla kurduğumuz bilinçli bir bağlantıdır.

 

Tuygan ÇALIKOĞLU



Bu yazı 18744 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

ÇOK OKUNAN HABERLER
FOTO GALERİ
  • Bebişler
    Bebişler
  • Yurdum İnsanı
    Yurdum İnsanı
  • FANTASTİK
    FANTASTİK
  • ATATÜRK
    ATATÜRK
FOTO GALERİ
VİDEO GALERİ
  • Doğtaş Mobilya'dan 18 Mart'a Özel Video
    resim yok
  • 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi 108'nci Yıldönümü
    18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi 108'nci Yıldönümü
  • Çanakkale 2015 Tanıtım Filmi
    Çanakkale 2015 Tanıtım Filmi
  • Barışın ve Özgürlüklerin Kenti "Çanakkale"
    Barışın ve Özgürlüklerin Kenti
  • TSK'dan Muhteşem Çanakkale Türküsü
    TSK'dan Muhteşem Çanakkale Türküsü
  • Çanakkale Gangnam Style
    Çanakkale Gangnam Style
VİDEO GALERİ
YUKARI