www.ibrshop.com
Bugun...
Bizi izleyin:


Tuygan Çalıkoğlu


Facebookta Paylaş









Halkımız Başa Çıkma Gücünün Sonuna Geldi
Tarih: 26-02-2023 09:15:00 Güncelleme: 26-02-2023 09:15:00


Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2022 verilerine göre; son 20 yılda evlenenlerin sayısı yüzde 20 azaldı, boşanma sayısı ise yüzde 47 arttı. Boşanmaların yüzde 33’ü, evliliğin ilk beş yılında gerçekleşiyor. Boşanma nedenlerinin başında; sorumsuz ve ilgisiz davranma yer alıyor ve yüzde 32’lik paya sahip. Diğer nedenler; aldatma yüzde 14,1, geçimi sağlayamama yüzde 9,8, şiddete maruz kalma yüzde 8,1. Ayrıca, ülkemizde 2001 yılında yüzde 2,0 olan doğum oranı, 2021’de yüzde 1,2’ye düşmüş durumda.

 

Sanayileşme, kırsaldan şehir merkezlerine doğru bir göç dalgası yarattı. Sosyoloji değişince, insanın talepleri de değişti. Geleneksel aile yapısı ve ilişkileri giderek terk edildi. Örneğin; aile, sosyal sorumluluklarının büyük bölümünü başka kurumlara devretti. Çocuk bakımı ve eğitimi, hasta yaşlı ve sakatların aile içinde hizmet almaları pek kalmadı. Komşuluk, akrabalık bağları çok zayıfladı. Dini bayramların bile pek bir önemi kalmadı. Bayramlar, çoğunluk için artık bir tatil fırsatı.

 

Sosyal ve ekonomik nedenlerin yanında, kültürel farklılıklar da boşanma kararında etkili. Ayrıca, kadınların eğitim seviyeleri yükseldi ve iş hayatına atıldılar. Hakaret, aşağılama, fiziksel şiddet gibi onur kırıcı davranışlara artık sessiz kalmıyorlar. Kadın hakları sürekli dile getiriliyor. Dolayısıyla, kadınlar boşanmaya daha kolay karar verebiliyorlar. Bu süreçte, çevresindekilerin bakışlarına ve söylediklerine aldırmıyorlar. Kadın için boşanma, artık eskisi gibi bir “mesele” değil. Evliliğin kişisel özgürlüğü kısıtladığına dair inanç çok yaygın. Günümüzde yaşam şartları zor ve insanlar evlilik sorumluluğunu almak istemiyorlar. Gençler, evlilik düşüncesinden her geçen gün uzaklaşıyorlar. Bireyselliğe yönelmelerinin temel nedeni bu. Toplumsal cinsiyet rollerindeki değişimin de evliliğe bakış açısını değiştirdiği bir başka gerçek.

 

Günümüzde gençlik, ailelerin kontrolünden ve onun yarattığı baskılardan uzak. Nikâhsız yaşama çok yaygın. Çünkü aile kurmak her açıdan zor. İşsizlik çok yüksek, işi olanların ise gelirleri yetersiz ve gelecek kaygıları taşıyorlar. Yüksek enflasyon orta sınıfı yok ediyor. Yaşam artık bir “ayakta kalma” mücadelesine dönüştü. Mutsuzluk, huzursuzluk, gerilim ve çatışmalar had safhada. Bunların sonucu; insanlar sorumluluk almak yerine, birlikte yaşamayı tercih ediyorlar. Boşananlar da yeniden evlenmek yerine, birlikte yaşama yöneliyorlar. Evlilik kurumunun yozlaşmasında bu yönelimin payı çok büyük.

 

Günümüzde evlilikler sarsılıyor, sevgi, çok hızlı tüketiliyor. “Koşulsuz sevme” diye bir düşünce artık kalmadı. Kimsenin kimseyi çekmeye tahammülü yok. İnsanlara rehberlik yapılmıyor. Eş ve çocukların sorumlulukları, aile bağları ve ilişkilerini ortaya koyan programlar, yok denecek kadar az. Boşanmayı önlemek için aile rehberlik merkezleri ve aile danışmanlık kurumlarının varlığından ve işlevinden söz etmek mümkün değil. Batı ülkelerinde ise evlilik devlet tarafından teşvik ediliyor. Evli çiftlere özel, vergi indirimi uygulamaları bile var. Özetle günümüz insanı, evliliği bir yük olarak görüyor. Gereksiz bir sorumluluk ve maddi külfet olduğunu düşünüyor. Evli olmak özgürlüğün ve bireyselliğin sonu. İnsanlar bu bakış açısını değiştirmediği sürece, boşanmaların daha da artması kaçınılmaz.

 

İntiharlar, bir başka büyük sorun. Türkiye’de 2002-2022 yıllarında, yaklaşık 50 bin kişi intihar etti. Bunların 35 bine yakını erkek, 15 bine yakını kadın. Günümüzde erkeklerin toplam intiharlardaki oranı, neredeyse yüzde 80’lerde. “İntihar” en yaygın 10 ölüm nedenlerinden biri olarak kabul ediliyor. Özellikle pandemiden bu yana; yaşam standardının değişmesi, belirsizlikler, umutsuzluklar ve gelecek kaygıları insanların psikolojilerini bozdu. ODTÜ Sosyoloji Bölümü’nden Prof. Sibel Kalaycıoğlu’na göre; Türkiye’de, intihar davranışına yol açabilecek yeterince neden var. Toplumun büyük bölümünün psikososyal destek alması şart. Medya; intiharları, daha çok yoksulluk ve iflaslarla ilgili bir çerçevede sunuyor. Ancak pandemiden bu yana yaşanan “belirsizlik” ve bunun yarattığı “umutsuzluk” halinin intiharları fazlasıyla tetiklediği bir gerçek. Prof. Kalaycıoğlu “İnsanlara umut veren çok fazla veri yok. Özellikle gençler arafta kalmış durumda” diyor. Bu süreçte herkesin alışkanlıkları, düzeni aksadı. Bu kaygı ve umutsuzluk ortamında intiharların olması, uzmanlara göre beklenilen bir davranış. Geçiş dönemleri ciddi tehditler oluşturuyor.  İnsanlar bir şekilde sorunlarıyla başa çıkmaya çalışıyorlar. Prof. Kalaycıoğlu’na göre; başa çıkma gücünün sonuna gelmiş insanların, kendini yok etmesi bir sonuç.

 

Türkiye’de fizyolojik nedenlerle intihar çok az. Reel, rasyonel nedenlerle intihar ediyor insanlar. Yapısal sorunlar intiharı tetikliyor. Örneğin iş ve gelir durumunda radikal değişimler oluyor, kayıplar yaşıyor kişi. Destek bulamıyor, umudu kayboluyor ve intiharı kaçınılmaz görüyor. Üstelik kültürümüzde intihara yer olmadığı ve inanç sistemimize göre “günah” olduğu halde intihara kalkışıyor.“Normal” olan bir insan, ölmek istemez. Ne olursa olsun; insanın ayakta kalmasının nedeni, en saf duygusu olan yaşamaktır. Bu bir içgüdüdür. Yani, akıl ve düşünceden bağımsız, doğuştan gelen bir dürtüdür.  Ancak bizde pek çok yapısal ve sistemsel sorunlar ve bunlarla baş edemeyen bazı insanlar ne yazık ki intihara yönelebiliyorlar.

Toplumsal sorunlara çözüm getiremeyen siyasiler, her felaketten sonra “sabır” talep ediyorlar. “Sabredin, tahammüllü olun” diyorlar. Depremden, orman yangınlarına, sel baskınlarından, maden facialarına kadar her felaketten sonra, hep “sabır” istiyorlar. Gelişmiş ülkelerde görülen ne bir özeleştiri var ne de istifa. Sanki ülkeyi doğru yönetiyorlar, sorunlar onlardan kaynaklanmıyor ve hiçbir sorumlulukları yokmuş havasındalar. Sabır istemek çözüm değil. Sabır gösteremeyenler, tahammül edemeyenler ne yapıyorlar? Prof. Kalaycıoğlu bu soruyu şöyle cevaplıyor; “Ya kendini bitiriyorsun ya da başkalarına zarar veriyorsun ve suça meylediyorsun.” İnsanın bir kapasitesi var; finansal, sosyal, kültürel, psikolojik kapasitesi. Baş etmeye yetmeyince, “sabır” bir işe yaramıyor, yeterli olamıyor. İnsanın kapasitesinin sınırına geldiği bir durum ortaya çıkıyor, psikolojileri buna dayanamıyor.

 

Ekonomik sıkıntı kaynaklı intiharlar, özellikle erkeklerde yaygın. Her bir kadın intiharı başına, dört erkek intiharı düşüyor. Bu durum ataerkil sistemin, erkek üzerinde yarattığı baskı ve sorumluluk duygusundan kaynaklanıyor. Kültürümüzde evi geçindiren erkek. Bu görüş hala yaygın ve genel kabul görüyor.  Erkeğin eve gelir getirememesi, saygınlığını yitirmesi demek. Bu durum onu zayıflatıyor. Kültürel olarak erkek çok fazla baskı altında, sırtında büyük yükler taşıyor. Kuşkusuz, kadının ikincil konumda olmasından kaynaklanıyor bu durum. Çoğunlukla iş yaşamının dışında ve edilgen bir konumda. Ev işleri ve çocuk büyütme, kadının yarattığı bir ekonomik değer olarak görülmüyor. Aile bütçesine yaptığı katkı anlaşılmıyor. Ne de olsa bu işler kadının “asli” görevi. Toplum, sorumluluğu erkeğe veriyor. Kadın da bu erkeğe bağımlı. Genel olarak tablo bu. Bu durumdaki erkeğin işi çok zor. Ağır bir sorumluluk altında eziliyor. 1980’lerde Latin Amerika’da olduğu gibi, günümüz Türkiye’sinde de benzer durumlar yaşanmaya başladı. Sorumluluktan yorulan erkekler evlerini terk ediyorlar. Çünkü ellerinden bir şey gelmiyor.

 

Son yıllarda siyaset, ekonomik krizin yanında, yozlaşmış, hatta çürümüş bir kültürü de yarattı. Birbirimize güvenmiyoruz. Kutuplaşma nedeniyle, toplumsal dayanışmamız yok oldu. Sadece azınlığın “kazandığı” bir dünyada,“kaybeden” çoğunluğun mutlu olması ve çatışmasız bir yaşam sürmek mümkün değil. Kazananların, kendilerine” acaba yanılıyor muyum?” diye sormaları şart.

 

Günümüz Türkiye’sinde insanlar; bırakın geleceğe yatırımı, bugünün sorunlarını bile çözmekte zorlanıyorlar. Büyük çoğunluk; yoksulluk, hatta açlık sınırında. Bunun sonucu olarak, siyaset kurumlarına inançsızlık her geçen gün artıyor ve umutlar kayboluyor. Siyaset, toplumsal sorunların çözümü için yapılmak zorunda., ancak yapılmıyor. Siyasal partiler; kadrolarının büyük bölümünü tasfiye ederek, mevcut insan kalitesini yükseltmek zorundalar. Çünkü nitelikli, yetkin ve dürüst insanlara ihtiyaç var. Siyasetçiler genellikle yetersizler ve gereksizler. Bırakın sorunlara çözüm getirmeyi, nereden kaynaklandığını bile bilmiyorlar. Bu insanlarla Türkiye’nin sorunlarını çözemeyiz. Gerekli kapasiteye sahip insanlarımız, “bir hak arayışı” olan siyaseti derhal gündemlerine almalılar.

 

Tuygan ÇALIKOĞLU



Bu yazı 11997 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
FOTO GALERİ
  • Bebişler
    Bebişler
  • Yurdum İnsanı
    Yurdum İnsanı
  • FANTASTİK
    FANTASTİK
  • ATATÜRK
    ATATÜRK
FOTO GALERİ
VİDEO GALERİ
  • Doğtaş Mobilya'dan 18 Mart'a Özel Video
    resim yok
  • Çanakkale 2015 Tanıtım Filmi
    Çanakkale 2015 Tanıtım Filmi
  • Barışın ve Özgürlüklerin Kenti "Çanakkale"
    Barışın ve Özgürlüklerin Kenti
  • TSK'dan Muhteşem Çanakkale Türküsü
    TSK'dan Muhteşem Çanakkale Türküsü
  • Çanakkale Gangnam Style
    Çanakkale Gangnam Style
  • HASTANEDEN KAÇIRILAN BEBEK BULUNDU
    HASTANEDEN KAÇIRILAN BEBEK BULUNDU
VİDEO GALERİ
YUKARI