thejrc.org
Bugun...
Bizi izleyin:


Tuygan Çalıkoğlu


Facebookta Paylaş









Gücü Yeten Yetene!..
Tarih: 26-11-2017 08:27:00 Güncelleme: 26-11-2017 08:27:00


Televizyon kanallarında, gazetelerde yar alan dehşet verici cinayet ve yaralama haberlerinin sayısı her geçen gün artıyor. Toplumda kaygı düzeyi çok yüksek, ortalıkta dolaşan yüzlerce patolojik insanla birlikte yaşıyoruz ve başımıza ne geleceğini bilmiyoruz. Umut Vakfı bireysel silahlanma ile mücadele eden ve basına yansıyan silahlı cinayetlerin istatistiklerini tutarak her yıl Türkiye’nin şiddet (cinayet) haritasını çıkartıyor. 2017 raporunda, geçtiğimiz yıl terör dışı bireysel şiddet olaylarında 2.057 kişinin öldüğünü, bir kısmı ağır 1.967 kişinin de yaralandığını görüyoruz. Olaylarda yüzde 78 ateşli silahlar, yüzde 12 bıçak, satır, balta gibi kesici aletler kullanıldığını öğreniyoruz. Dahası, Emniyet Müdürlüğü kayıtlarına baktığımızda şiddet ve cinayet olaylarının çok az bölümünün basına yansıdığı gerçeği ile karşılaşıyoruz. Gerçek, 2016 yılında 4 binin üzerinde insanımızın öldüğü, on binlerce insanımızın da yaralandığıdır. Çok önemli bir başka gerçek de; insanlarımızın ihtilaf halinde bile mahkemelere başvurmak yerine, arkadaşlarını, akrabalarını hatta aile bireylerini sokak ortasında öldürdükleridir.

 

Topluma neler oluyor? Böylesine öfke, böylesine şiddet niye? Bu şiddete dönüşen öfkenin temelinde ne yatıyor? Çocuk ve ergen psikolojisi üzerine çalışmalar yapan psikiyatri uzmanı Dr. İbrahim Bilgen şiddetteki yükselişi “uyum bozukluğu”  olarak tanımlanan bir hastalığa bağlıyor. Eşten ya da sevdiği kişiden ayrılmak, işten atılmak, ekonomik zorluklar yaşıyor olmak, bir hastalığı yaşıyor olmak ya da hastalığı öğrenmiş olmak, sevilen kişinin kaybı, göç bu hastalığı yaratan başlıca nedenler. Ergenler arasında okul başarısızlıkları, sevdiği kişi tarafından terk edilme öne çıkarken, yetişkinler arasında ekonomik zorluklar ve değer görmeme duygusu ağır basıyor. Hastalık genelde; uykusuzluk, sinirlilik, huzursuzluk, şiddet davranışları, hızlı araba kullanma, aşırı alkol ve sigara tüketimi, kuşkuculuk, aldatma, kumar ve şans oyunlarına yönelme olarak ortaya çıkıyor. Çocuklarda ise; aşırı hareketlilik, ısrarcı davranışlar, gece korkuları ve ders başarısında azalma ile kendini gösteriyor. Dr. Bilgen intihara ya da cinayete kadar bir dizi tehlikeli sonuçlar doğurabilecek bu hastalığın, toplumda “huy değiştirdi” türünden kişilik değişimleri yaratmaya başladığında derhal tedavi edilmesi gerektiğini söylüyor.

Şiddet, öfkelenme aşamasından sonra ortaya çıkan bir süreç. Bu süreçte insan birikmiş enerjisini boşaltıyor, doğal olarak da bu boşalma kişiyi bir ölçüde rahatlatıyor. Öfke ve onun yarattığı şiddet bizim kültürümüzde var ve çocukluktan itibaren yaşarken öğrendiğimiz bir rahatlama yolu. Kızmak, bağırmak, azarlamak, rencide etmek günlük yaşamın bir parçası; ailede, okulda, toplumsal ve siyasal yaşamda her yerde görülebiliyor. Ancak uyumlu, adaletli ve huzurlu bir toplumsal yaşam için kurallar gerekli. Herkesin uyması gereken bu kurallar olmadan düzen sağlamak mümkün değil. Türkiye’de ise her alanda kuralsız bir yaşam var. İlişkilerde hoyratlık, görgüsüzlük, özensizlik giderek yaygınlaşıyor. Üstelik kimse itiraz etmiyor, doğal karşılıyor, hatta destek veriyor. Çocuk, genç, yetişkin, her kesimden herkes gücü yeten yetene alabildiğine sergiliyor öfkesini. Neredeyse fay hatları gibi, herkesin içinde sevgisizliğin, hatta nefretin yarattığı birikmiş, sıkışmış bir enerji var. Öfke kontrol edilmediği takdirde, bir anda bireysel şiddete dönüşebildiğini biliyoruz. Bu nedenle, yasal yaptırımların da yetersizliği nedeniyle, sergilenen bireysel şiddet herkes için çok ciddi tehdit oluşturuyor. Çünkü sokakta, trafikte, alışverişte, kafede kendi kafasına göre adaleti dağıtmaya(!) çalışan patolojik insanların sayısı hızla artıyor.

 

Rollo May varoluşçu felsefenin ve hümanist psikolojinin önemli isimlerinden biri ve modern zamanlarda yaşamak için verdiğimiz mücadeleye ait çalışmalar yapıyor. Eserlerinde; özgürlüğünden bir biçimde vazgeçmeye zorlanmış insanın, besleyeceği nefretin boyutlarını anlayabilmenin önemini vurguluyor. Çünkü özgürlüğün bireyin varlığındaki önemi büyüktür ve engellendiği oranda nefret artacaktır. İnsan için özgürlükten vaz geçmek olamaz. Dış özgürlük ortadan kalkarsa, iç özgürlük duruma müdahale eder, ortaya nefret ve öfke çıkar.

 

Din, öfkenin yaratılıştan gelen doğal bir duygu olduğunu, tümüyle yok edilemeyeceğini, ancak kontrol edilebileceğini söyler. Öfkesine sabretmeyi öğrenemeyen insanın ne aile içinde, ne de aile dışı ilişkilerinde huzurlu olamayacağını vurgulayarak, insanların yumuşak huylu, bağışlayıcı ve özür dilemeyi bilen insanlar olmalarını ister. Felsefe öfkeyi olayların değil, bizim düşünce sistemimizin yarattığını, dolayısıyla öfkemizden sorumlu olmamızı ister. Bu bize duygularımızı kontrol etmemizi ve özgür bir seçim yapmamızı sağlar. Bu nedenle çözüm için çare ararsak kendimizi daha iyi hissederiz. Öfke yaratan düşünceler çoğunlukla çarpıtmalar içerir ve bunları düzeltmek kuşkusuz öfkeyi azaltır. Bir haksızlıkla karşılaştığımızı ya da bir olayın adil olmadığı inancını taşıyorsak öfkemizin şiddeti büyür. Ancak dünyayı başkalarının gözünden görmeyi öğrenirsek, onların bakış açısıyla davranışlarında haksız olmadıklarını görebiliriz. Bu durumda haksızlık bizim zihnimizde var olan bir yanılsama, yani illüzyondur.  Böyle davranarak kızgınlık ve hayal kırıklıklarının çoğunu ortadan kaldırabiliriz. Öfke; insanlar bizi eleştirdiğinde, istediğimiz gibi davranmadığında öz güven kaybetmemek için sergilediğimiz bir savunma olarak tanımlanıyor. Değersizlik duygusu için karşımızdaki kişiyi suçladığımızda, kendimizi kandırırız. Hayal kırıklığını yaratan beklentilerin gerçekleşmemesidir. Bu nedenle gerçekçi olmayan beklentilerden derhal vazgeçmeliyiz. Kızgın olmak bir hak değil, çocukluk olarak kabul ediliyor. Dahası öfkelenmemizin bize ya da bir başkasına faydası yok. Tersine, öfkeden uzaklaşmak bize daha fazla lezzet, zevk ve huzur kazandırır. Bu ise özgürleşmek demektir.

Günümüzde yaşamak geçmiş zamanlara oranla daha zor. İnsanın yaşamla başa çıkabilmesi için kaygı, yalnızlık, seçme ve sorumluluk konularıyla yüzleşmesi gerek. Varoluş sorununu çözmesi ise, yaşadığı çevreyi ve dünyayı anlamlandırması ile mümkün. Varoluşu açıklama çabasının da iki temel ekseni din ve felsefe. İnsanlarımızın yaşam mücadelesinde bu disiplinlere yer vermemesi büyük eksiklik. Yaşamak herkes için zor ve kaotik bir süreç.  Ancak, işsiz, yeterli geliri olmayan, haksızlığa uğramış, adalete güvenmeyen, yaşaması işkenceye dönüşmüş kimsesiz yığınlar için yaşam mücadelesi daha da zor.

 

Modern demokrasilerde kural koymak, hukuk yaratmak siyasetin işidir. Bu nedenle siyaset; tırmanan bireysel şiddetin ürkütücü boyutlarını görerek, acilen çözüm bulmak zorundadır. İnsanlarımızın çoğunda görülen öfke ve nefret duygularının yarattığı şiddet, hepimizi tehdit ediyor. Bu süreçte ekonomik gelişme için gerekli olan güven, işbirliği, sevgi ve birlikte başarma iradesi de yok oluyor, dolayısıyla sorun hepimizin sorunu.  Çünkü bu ülkede birlikte yaşıyoruz.

Tuygan ÇALIKOĞLU

tuygan@hotmail.com  www.tuygancalikoglu.com.tr

Kaynak: www.umut.org.tr     http://www.bilgenterapi.com    Kendini Arayan İnsan, Rollo May  



Bu yazı 11596 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

ÇOK OKUNAN HABERLER
FOTO GALERİ
  • Bebişler
    Bebişler
  • Yurdum İnsanı
    Yurdum İnsanı
  • FANTASTİK
    FANTASTİK
  • ATATÜRK
    ATATÜRK
FOTO GALERİ
VİDEO GALERİ
  • Doğtaş Mobilya'dan 18 Mart'a Özel Video
    resim yok
  • 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi 108'nci Yıldönümü
    18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi 108'nci Yıldönümü
  • Çanakkale 2015 Tanıtım Filmi
    Çanakkale 2015 Tanıtım Filmi
  • Barışın ve Özgürlüklerin Kenti "Çanakkale"
    Barışın ve Özgürlüklerin Kenti
  • TSK'dan Muhteşem Çanakkale Türküsü
    TSK'dan Muhteşem Çanakkale Türküsü
  • Çanakkale Gangnam Style
    Çanakkale Gangnam Style
VİDEO GALERİ
YUKARI