DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, hafta başında Halk TV’de, İsmail Küçükkaya ile yaptığı söyleşide önemli açıklamalarda bulundu. Siyasal tercihi ne olursa olsun, bu açıklamaları herkesin bilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu nedenle; Babacan’ın sözlerini referans alarak, terör ve ekonomi ile ilgili uyarıları okuyucularımın dikkatine sunuyorum.

TERÖR

İstiklal Caddesi’ndeki terör saldırısı toplum olarak hepimizi yaraladı. Terör büyük bir insanlık suçu ve hiçbir mazereti yok. Babacan; iç güvenlikten sorumlu İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun “Burada hata yaptık, istihbaratımız çalışmadı, önleyemedik” demek yerine, suçu başkalarına yüklemeye çalışmasını eleştiriyor. Terörün amacı, toplumun psikolojisini bozmak. Bu nedenle toplum olarak dik durmak zorundayız. Terörle mücadelede uluslararası iş birliği şart. Çünkü terörün kaynağı dışarıda. Bunu görmeden, buna engel olmadan terörü yok etmek mümkün değil. Bu bağlamda diğer ülkelerle iyi ilişkiler kurmak, düzgün dış politikalar oluşturmak, dostlarımızı artırmak zorundayız. Her gün yeni bir “düşman” yaratırsak, dünyada yalnızlaşır, terörle mücadelede başarılı olamayız. Ne yazık ki Türkiye bu durumda. Terörle mücadele için, terör örgütlerini yalnızlaştırmak öncelikli hedef olmalı. Bu amaçla bağlantılı ülkelerle iyi ilişkiler kurmamız, dost olmamız ve mücadeleyi birlikte yapmamız gerekli. Ancak yapamıyoruz. Bu nedenle terörle mücadelede yalnızız.

Peki, Türkiye neden yalnız? Çünkü ülkeyi yöneten zihniyetin, yani Erdoğan’ın yönetim anlayışında kutuplaştırma var. Ya yanındasınız ya da karşısındasınız. Başka seçenek yok. Ülkelerle ilişkilerde de bu anlayış geçerli. Sürekli olarak bir “düşmana” ihtiyaç var. Üstelik düşman görülen bir ülke, gerek duyduğunda düşman kategorisinden çıkarılıyor ve yerine başka bir ülke düşmanlaştırılıyor. Neden yapılıyor? Amaç kutuplaştırma. Ancak Türkiye dünya ile barışık, dünya ile dost olmak zorunda. İktidarın”mutlaka” değişmesi bu nedenle gerekli. Çünkü ülkede sorunlar her geçen gün büyüyor ve çözüm bulunamıyor. Seçmen desteği azalmaya başlayan iktidar, sürekli olarak iç ve dış düşman arayışına giriyor. Kendi tabanını bir arada tutmasının başka yolu yok. İktidar sorunları çözmekte başarılı olamayınca önce korku üretiyor. Sonra iç ya da dış düşman yaratarak, onu hedef gösteriyor.

İstiklal Caddesi’ndeki bombalı saldırıdan sonra RTÜK, önce patlamaya ilişkin yayın yasağı getirdi, ardından da Türkiye’de internet erişimini sınırlandırdı. Babacan, terör saldırısı ile ilgili mesajını ancak VPN üzerinden gönderebildiğini söyledi. VPN internet erişiminin engellendiği, sansür yada yavaşlatmalara karşı kullanılan bir uygulama. Bilindiği gibi, hükümet istediğinde internet hızını indirebiliyor, sosyal medyanın kullanımı yasaklayabiliyor ya da kısıtlayabiliyor. Babacan, internetin kısıtlanmasına tepkili ve şu uyarıyı yapıyor; “Hükümet güvenilir bir hükümet olsa, bakanların açıklamalarına güven duyulsa, insanlar başka kaynaklardan haber alma ihtiyacı duymazlar. Mesele güvenilir olma meselesi. Yasak getirerek ya da kısıtlayarak meseleyi çözmek mümkün değil.”

OECD’nin Mali Eylem Görev Gücü (FATF) diye bir kuruluşu var. Amacı terörün finansmanı ve kara paranın aklanmasını engellemek. Bu hedef doğrultusunda kurallar koyuyor. FATF, 1989 yılında, G-7 ülkeleri tarafından Türkiye’nin de üyesi olduğu OECD bünyesinde kuruldu. Ne yazık ki Türkiye,2021 yılında kural ihlallerinden dolayı “beyaz” listeden,“gri” listeye düştü. Yani, hükümet terörle mücadeleden söz ederken, kendisinin de içinde yer aldığı kuruluşun koyduğu kurallara uymadığı, gereken tedbirleri almadığı ortaya çıktı.

Babacan Erdoğan’a soruyor; “Terörün finansmanını engellemek için FATF’ın ortaya koyduğu kurallara, Türkiye neden uymuyor? Terörden dolayı; bunca insanımız canını kaybediyor, sakat kalıyor, ama siz terörün finansmanının engellenmesi için üzerinize düşeni neden yapmıyorsunuz?”Türkiye gereken tedbirleri almazsa, bu kez “gri” listeden de “kara” listeye düşecek. Kara listeye girersek, dış dünyadan soyutlanırız. Küresel finans kanalları Türkiye’ye kapanır. Çünkü kara listede olmak demek dünyadaki terörün finansmanını destekleyen bir ülke olmak demek. Gri listedeyken bile, Türkiye’den giden her paraya kuşkuyla bakılıyor. 10-30 bin dolar gibi paralara bile,“Bunlar neyin parası? Acaba uyuşturucu parası mı? diye soruluyor. Türkiye, terörle mücadeleden söz ediyorsa, önce düştüğü gri listeden çıkmak ve beyaz listeye girmek zorunda.

Başka önemli bir nokta, Merkez Bankası’nın rezervlerinde kaynağı açıklanamayan paraların varlığı. “Net hata noksan” diye adlandırılan bu paralar daha önce hiçbir zaman görülmeyen bir seviyeye yükseldi. Bu yılın ilk 9 ayında ülkeye giren, ancak kaynağı belli olmayan tam 24 miyar dolar var. Türkiye’nin tarihinde böyle bir para girişi yok.  Bu paranın nereden ve neden geldiğine dair bir bilgi yok. Babacan soruyor;” Siz devletsiniz. Bu paraların kaynağını ve neyin karşılığında Türkiye’ye geldiğini açıklamanız gerek. Sınırlar “yolgeçen hanı” oldu. Bu nasıl iştir? Elini kolunu sallayan sınırlardan geçiyor. Eğer bu para kayıt dışı yollardan Türkiye’ye giriyorsa, devlet görevini yapmıyor demektir.”

EKONOMİ

Türkiye; Ak Parti iktidarında 2013’den sonra, özellikle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçtiği son dört yılda pek çok alanda geriye gitti. Bunların en başında; Turgut Özal’ın gençlere öğütlediği ve bir daha ülkeyi böylesine zararlara uğratmayın dediği “Dövize Çevrilir Hesap” benzeri bir hesap olan “Kur Korumalı Mevduat (KKM)var. Erdoğan tarafından yaratılan bu hesapla, ülke Özal döneminin de gerisine gitti. Babacan “Bu yıl KKM’ye para yatıranlara faiz olarak 330 milyar lira, kur farkı olarak da 320 milyar lira ödenecek. Toplam 650 milyar lira. Bu paranın ne büyüklükte olduğuna bakalım. Ak Parti TOKİ projesinde 650 bin liradan konut satacağını ilan etti. Erdoğan, peşinat ve yıllar sürecek taksitlerle para tahsil ederek, yılda 100 bin konut yapacağını söyledi. Vatandaş da umutla sıraya girdi, kura çekilecek vs. Yani, bedava yapılmıyor konutlar, vatandaşın parasıyla yapılıyor. Hâlbuki Erdoğan; sadece KKM hesaplarına ödenen 650 milyar lira ile tam 1 milyon konutu, hem de vatandaştan 1 lira bile almadan yapabilir, vatandaşa dağıtabilirdi.”Bu uygulama, yoksuldan zengine yapılan bir servet transferi. İktidar, mağdur oluyor gerekçesi ile zenginin parasına kur farkı ödüyor. Ancak çiftçiye, işçiye, memura, emekliye, esnafa kur farkından “mağdur oluyorlar” gerekçesi ile yapılan bir ödeme yok. 

Erdoğan “Nas” diyor, faize karşı olduğunu söylüyor, MB’nin faizini indiriyor. Bu faiz sadece bankaların, MB’den borçlanma faizi. Dolayısıyla bankalardan başka kimseye uygulanan bir faiz değil. Erdoğan cevap versin; “Faizi indirdik” diye övünürken, neden inanılmaz miktarlarda faiz ödüyoruz? 2002’den bu yana ödenen faizlere bakalım. Ak Parti’nin iktidar olduğu 2002’de faiz ödemesi 52 milyar liraydı. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçildikten sonra neler oluyor? Faiz ödemeleri 2019’da 100 milyar, 2020’de 134 milyar, 2021’de 181 milyar, 2022’de ise 330 milyar liraya çıktı. Dahası, iktidar, TBMM’de görüşülen 2023 yılı bütçesine ise tam 566 milyar lira faiz ödemesi koydu. Tarıma destek ne kadar derseniz, sadece 54 milyar lira. Acı ama gerçek. 2023 yılındaki 566 milyar lira faiz ödemesi nasıl yapılacak? Yine asgari ücretlinin gelir vergisinden, alışverişe çıkan herkesin ödediği katma değer vergisinden ya da yine herkesin telefon konuşması yaparken ödediği özel iletişim vergisinden. Vergiler yoluyla toplanan paralar KKM hesabı olanlara gidiyor. Babacan uyarıyor “2023’de ödenecek 566 milyar lira sadece faiz, kur farkı yok içinde. Nihai rakam 1 trilyon liraya çıkarsa kimse şaşırmasın.”

AB ile müzakerelerin yapıldığı, demokrasi ve hukuk alanında adımların atıldığı 2005- 2006 yıllarında bütçe açığı neredeyse sıfırlanmıştı.2023 için öngörülen bütçe açığı ise tam 659 milyar lira. Bu dönem Erdoğan’ın tek imza ile Türkiye’yi yönettiği dönem. Her şeye kendisinin karar verdiği, MB’yi talimatla yönettiği dönem. Erdoğan, ekonomik performansın iyi olduğu dönemle ilgili Babacan’a tepki gösteriyor; “Ben imza atmasaydım sen ne yapabilirdin?” diye aşağılıyor. Babacan’ın cevabı ise çok çarpıcı; “Madem hikmet imzada, at o zaman bir imza da faiz düşsün, enflasyon düşsün. Ama bunu yapamaz. Ülkeyi hukukla, adaletle yönetmeden, demokrasiyi güçlendirmeden faiz de enflasyon da düşmez.”

Babacan nitelikli kadrosuyla; Türkiye’nin sorunlarına ilişkin çözüm önerilerini,22 adet “Eylem Planı” başlığında topladı ve bugüne dek 16’sını kamuoyu ile paylaştı. Bu çözüm önerilerini 6’lı Masa partilerine ortak bir program için sundu. Çok ciddi bir emeğin ürünü bu çalışmalar. Siyasal hayatımızda daha önce görülmemiş çalışmalar. Türkiye ilk kez; değişik kökleri olan, farklı ideolojilerden gelen insanlarla “birliktelik” deniyor. Hiç kolay bir iş değil. 6’lı Masa partilerinin fedakârlık yapması, programlarının bir bölümünü ertelemeleri lazım. Babacan “Öncelikli işimiz AB seviyesinde bir demokrasi ve hukuk tesis etmek. Ancak bu demokrasi zemini oluştuktan sonra, partiler aralarında rekabeti düşünebilirler” diyor. Çok haklı, çok kıymetli bir yaklaşım. Öncelikle Türkiye,Ak Parti’nin kötü yönetiminin yarattığı çoklu kriz ortamından acilen çıkması gerek.

Halkımız önyargısız olarak siyasi partilerin tümünü dinlemeli, çözüm önerilerini sormalı ve gerçekliğini sorgulamalı. Kime oy vereceğine buna göre karar vermeli. Seçmen, dört ya da beş yılda bir kendisine verilen oy verme hakkını doğru kullanmalı. Aksi takdirde şikâyet etme hakkı yok.

Tuygan ÇALIKOĞLU