Aylardır referandum süreciyle meşgul olan Türkiye acilen dramatik bir şekilde bozulan ekonomik göstergeleri dikkate alarak çözüm üretmek zorunda. 2008’den sonra; önce yavaşlayan, sonra da gerilemeye başlayan ekonomi;bugün yeniden iki haneli enflasyona çıkmış, büyüme oranı ise potansiyel büyüme oranı olarak kabul edilen yüzde 5’in yarısına inmiş durumda. Cari açık ise hala yüzde 4’lerin üzerinde seyrediyor. Yeni açıklanan genel işsizlik oranı yüzde 13,genç nüfusta ise yüzde ise 24’e ulaşmış durumda. Bu oranla, araştırma konusu olan 187 ülke arasında 133. sıradayız.
Küresel krizin yarattığı istihdam sorunu dünyanın her yöresinde görülüyor ve işsizlik oranları yükseliyor.Türkiye’de 2002’ye dek yüzde 7-8’lerde seyreden işsizlik oranı 2005’de yüzde 10’lara yükseldi, 2016 itibarıyla da yüzde 13’e ulaşmış durumda. İşe başvurmayanları dahil ettiğimizde bu sayı kabaca yüzde 20’leri buluyor. Çok düşündürücü. 15- 24 yaş grubunun işsizliği olarak tanımlanan “Genç İşsizlik Oranı” ise daha vahim; tam yüzde 24, bir başka deyişle her dört gençten biri işsiz. Ekonominin temel göstergelerinin başında işsizlik oranları gelmektedir ve iş yaratmayan model başarılı değildir.Özal’dan bu yana yürürlükte olan inşaata dayalı büyüme modeliyle gidilebilecek bir yer kalmamıştır. Bilmeliyiz ki; inşaat sektörü imalat sektörü gibi bir başka sektörün alt yapısını oluşturmaz, sadece fiziksel büyüklük yaratır. Düz ve emek- yoğun bir faaliyet olan ve çok az bir yatırım gerektiren inşaat sektörü; devletin sunduğu teşvik ve desteklerinin sonunda çekici bir iş haline gelince, sanayiciler bile bu sektöre ilgi gösterdiler. Ne yazık ki; insanlar da çaresizlik içinde paranın değerini korumak için hala gayrimenkulü iyi bir yatırım aracı olarak görüyorlar. Ancak bunun sürdürülmesi mümkün değil. 1997’den bu yana inşaata dayalı büyüme modelini uygulayan ülkeler Uzakdoğu, ABD, İngiltere, İspanya hepsi krize girdiler ve modeli terk etmek zorunda kaldılar. Bizde de yolun sonuna geldik. Bunu artık anlamak zorundayız.
Diğer taraftan, insanlarda yükselen “gelecek kaygısı” talebi düşürüyor, talebin düşmesi ise yatırımları düşürüyor, bunların doğal sonucu da büyüme oranları düşüyor. Küçülmeye başlayan ekonomide işverenler bırakın yeni istihdam yaratmayı var olan işleri bile azaltma yoluna gitmek zorunda kalıyorlar.
Talebi arttırmak için öncelikle belirsizlikleri azaltmak zorundasınız. Ayrıca parasal gevşemenin yanında vergi indirimi ve harcama teşvikleri yapabilirsiniz. Ancak Türkiye’nin yüksek enflasyon oranı parasal gevşemeyi engelliyor. Bu nedenle daha çok maliye politikalarıyla, yani kredileri teşvik ederek, kamu harcamaları yaparak ve vergi indirimleri sağlayarak talebi arttırma çabasında. Ancak artan nüfus ciddi bir sorun; zaten yatırımın da, büyümenin de, üretim artışının temelinde de yatan istihdam yaratma çabası buradan kaynaklanıyor.
Bir de borç stokuna bakalım;
Milyar TL 2002 % GSYH 2016 % GSYH
Kamu Sektörü 271,6 77 809,8 31
Özel Sektör 94,4 27 2.149,3 83
TOPLAM 366 104 2.953,1 114
Hane Halkı 6,6 2 439,8 17
Cevaplanması gereken sorular;
1. Büyümeyi arttırmak için özel sektör ve hane halkı daha ne kadar borçlanmak zorunda kalacaktır?
2. Büyümenin olmadığı, dolayısıyla gelirin artmadığı bir ekonomide bu borçlar nasıl geri ödenecektir?
Şubat 2017 itibarıyla yıl boyunca dış finansman ihtiyacımız 161.183 milyon USD. (Kamu Sektörü: 26.571 USD+ TCMB: 817 milyon USD+ Özel Sektör: 133.795 milyon USD). Uzmanlar 2017 yılı içinde cari açık miktarını da 35 Milyar USD olarak öngörüyorlar. Sonuç olarak, Türkiye’nin bu yıl içinde dış finansman bulmak zorunda olduğumuz rakam yaklaşık 200 milyar USD dolayında. Küresel ölçekli reyting kuruluşlarının Türkiye’ye verdikleri kredi notlarının “BBnegatif” ile “BB durağan”arasında olduğunu göz önüne alırsak, dış finansman ihtiyacını karşılama maliyetinin de yeni yükler getireceği çok açık.
Türkiye, ekonomik sorunların çözümünün sadece ekonomik önlemlere bağlı olmadığını bilmek zorundadır. Ekonomiyi etkileyen siyaset, yargı ve eğitim alanlarında yapısal reformlara ihtiyaç büyük. Yapısal reformların başında ise analitik düşünmeyi teşvik eden eğitim ve bağımsız yargı reformları yatıyor.Bunları gerçekleştirmeden de, dışa açık bir sistem içinde yer alan Türkiye ekonomisininbaşarılı olması beklenemez.
Siyasi iktidar bu ekonomik göstergeleri ciddiye alarak, uygun politikaları hayata geçirmeye karar verebilir. Ancak bu kararın iktidar partisi için yarattığı riskler yüksektir, çünkü iki yıl içinde ekonomiyi toparlaması kolay değildir, sandıkta oy kaybına uğraması yüksek olasılıktır.
Ya da; 2019’da ( belki de daha önce) yapılacak Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerini düşünerek, referandum öncesinde yaptığı gibi harcamaları arttırabilir, af çıkartabilir, AB ülkeleriyle ilişkilerine önem vermeyebilir. Böyle bir kararın, Türkiye ekonomisini içinden çıkılmaz bir yola sokacağını söylemek ise kahinlik olmayacaktır.
Kaynaklar: www.hazine.gov.tr rel=”nofollow”, www.tcmb.gov.tr rel=”nofollow”, www.bddk.gov.tr rel=”nofollow”