thejrc.org
Bugun...
Bizi izleyin:


Tuygan Çalıkoğlu


Facebookta Paylaş









Erdoğan Şimdi Ne Yapacak?
Tarih: 04-04-2019 07:21:00 Güncelleme: 04-04-2019 08:29:00


İtirazlar süreci devam etse de seçim bitti. Ak Parti’nin sayısal olarak yenilgi aldığını söyleyemeyiz, Cumhur İttifakı oy oranını büyük ölçüde korudu, ancak seçimin çok önemli bir psikolojik boyutu var ve gözden kaçırmamak gerek. Ak Parti; İstanbul, Ankara İzmir’in yanında, Türkiye’nin her yöresinden göç alan Adana, Mersin ve Antalya gibi metropolleri kaybederek, bugüne dek sürdürdüğü psikolojik üstünlüğü yitirdi. Hem de sınırsız iktidar gücüne, medya desteğine, uygulanan seçim ekonomisine rağmen yitirdi. Adı konmasa da ekonomik krize, “kendi ayağına sıktığı bir kurşun” gibi başkanlık sistemine ve beka tartışmasına, öfke dozu yüksek örseleyici dil de eklenince ortaya bu sonuç çıktı. Seçim haftasında dolar kurunun yükselmesini engellemek için Merkez Bankası akıl almaz işler yaptı. TL’ye erişime kısıtlamalar getirerek dolar kurundaki yükselişi kontrol etmeye çalıştı. Bunun sonucu hisse senetleri düştü, borsa çöktü, tahvil fiyatları düştü, tahvil faizleri hızla yükseldi. Bunlar ciddi biçimde Türkiye’nin imajını sarstı, itibar kaybettirdi. Dış finans çevrelerinden “Türkiye serbest piyasa ekonomisinden vaz mı geçiyor?“ sorusu yükselmeye başladı. Dahası, seçim gecesi bağımsızlığını kaybetmiş Anadolu Ajansı’nın veri akışını durdurması tam bir skandaldı ve dünya çapında gündeme geldi. Bütün bu gelişmeler Erdoğan’ı zora soktu, Türkiye’yi eskisi gibi yönetmesi artık mümkün değil.

Erdoğan’ın bugünkü tablonun kendi eseri olduğunu görmesi gerek. Başkanlık sistemi her açıdan olduğu gibi kendisi için de hataydı ve göremedi. Yeni sistemde kazanmak için yüzde 50+1 oy almak zorundasınız. Bu nedenle Ak Parti seçim kazanmak için MHP’ye muhtaç hale geldi. İttifak yasasını çıkarttı, diğer partileri de ittifak yapmaya mecbur bıraktı. Siyasal tarihimize baktığımızda, merkez sağın bu tür ittifaklara hiç girmediğini görüyoruz.  Merkez sağ yıllarca bu ilkeye bağlı kalarak iktidarını sürdürdü. Ancak Erdoğan bu geleneği bozdu ve birbirine benzemez muhalefet partilerini bir araya gelmeye zorladı. KIlıçdaroğlu da bu fırsatı gördü ve çok iyi kullandı. Pek çok farklılıkları olsa da Millet İttifakı’nı kurdu. Pragmatik yaklaştı Kılıçdaroğlu, stratejik adaylarla girdi yarışa. Kazanan pek çok adayın CHP geçmişi olmadığı ortadaydı, fakat Kılıçdaroğlu kendini ortaya koydu, risk aldı. Bu tavır muhalefetin uzun süredir elde edemediği bir avantaj getirdi ve yaratılan sinerji ile metropoller kazanıldı, psikolojik üstünlük ele geçirildi. Bu nedenle; gerek Erdoğan’ın gerekse Bahçeli’nin Cumhur İttifakı’nın aldığı oy üzerinden yaptıkları açıklamaların bir karşılığı yok. Bu arada Bahçeli’nin izlediği stratejinin MHP’yi başarılı kıldığı ve Ak Parti’den MHP’ye oy geçişlerini çok yüksek düzeye çıkarttığını da vurgulamak gerek.

 

31 Mart seçimleri aslında sadece yerel yönetimleri belirleyeceğimiz seçimlerdi ve merkezi yönetim değişmeyecekti. Seçim neden genel seçim havasına sokuldu? Gerilim neden yükseltildi? Bu soruların anlamlı bir cevabı yok. Bu süreçte ekonomi daha da kırılganlaştı ve Erdoğan bunun farkında. Bu nedenle seçim gecesi Huber Köşkü’nde ekonomik reformlardan söz etti, serbest piyasanın yanında olduklarının altını çizdi. Türkiye’de adı konmamış da olsa bir kriz var, ekonomi büyük bir durgunluğa girdi. TÜSİAD, TOB, İTO başta olmak üzere bütün iş dünyası yapısal reformların bir an önce yapılmasını istiyor. Aslında herkesin dilinde bu yapısal reformlar var, ancak ne olduğunu, ne anlama geldiğini bilen var demek, hele hele üzerinde uzlaşma olduğunu söylemek zor.  

 

2008’de yaşanan ekonomik kriz sonrasında talebi artırmaya yönelik para politikaları hayata geçirildi. Talebi güçlendirerek krizin atlatılacağı öngörüldü, ancak bir işe yaramayınca vazgeçilerek arza yönelik politikalar gündeme geldi. Üretimde verimliliği artırmak için her alanda yapısal reformlar şart. Yapısal reform, bir sistemi daha verimli çalıştırmak ve şoklara dayanıklı hale getirmek için yeniden yapılandırmak demek. Üstelik her ülke için de aynı anlama gelmiyor. Yapısal reformlar deyince akla IMF ve Dünya Bankası geliyor ve politikalar sadece ekonomi odaklı. Türkiye’de de akla ilk gelen ekonomik reformlar. Çünkü ekonomik büyüme için ithalat yapmak zorundayız. Yüksek cari açık, özellikle enerji bağımlısı bir ülke olarak ekonomiyi çok zorluyor. Vergi sistemi KDV ve ÖTV gibi dolaylı vergilere dayalı. Dolaylı vergilerle dolaysız vergiler arasında bir denge kurmak adil bir vergilendirme için şart. Çünkü dolaylı vergiler düşük gelirlilerde mağduriyet yaratıyor, onların oransal olarak daha fazla vergi vermelerine yol açıyor. BU uygulama hiç adil değil. Diğer taraftan pek çok kez iflas etmiş sorunlu bir sosyal güvenlik sistemi var, bu güne dek defalarca süre ve prim artırarak sürdürmeye çalıştığımız. Sağlık sistemi son yıllarda yapılan düzenlemeler nedeniyle hizmete ulaşmayı kolaylaştırsa da, ortaya çıkan yüksek maliyetler bütçeyi çok zorluyor. Maliyete dayalı yeni bir sistemi hem sağlıkta hem de sosyal güvenlikte yaşama geçirmek şart. Enerji maliyetimiz de çok yüksek, cari açığı ne denli büyüttüğü ortada. Alternatif enerji üretiminin yanında tasarruf tedbirlerini düşünmek de gerek.

 

Ekonomik yapısal reformların yanında bir de siyasal ve sosyal reformlar var. Anayasa değişikliği ve onu izlemesi gereken seçim kanunu ve siyasal partiler sisteminin düzenlenmesi şart. Barajın kaldırılması, milletvekilliğinde süre sınırlandırması, lider egemenliğine son verilmesi gerek. Eğitim sistemi dönüştürülmeli ve siyasetin etkisi altında olmayan bir adalet sistemi tesis edilmeli. Ekonomik reformların başarısı için, öncelikle bu reformların yapılması gerek, ancak hiç kolay değil. Çünkü 2008 krizi sonrasındaki bol ve ucuz dış finansman artık yok. Son yıllarda özelleştirmeden sağlanan 60 milyar Dolar gelir de ne yazık ki yapısal reformlar için kullanılmadı.

 

Erdoğan’ın öncelikle dünyadaki Türkiye algısını değiştirmesi gerekiyor.  Bunun için yargı bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğüne önem vermek ve bunu dünyaya anlatmak zorunda. Erdoğan’ın yeni bir strateji geliştirmesi, toplumun her kesimi ile bir uzlaşma araması ve dilini yumuşatması şart. Aksi takdirde IMF ile masaya oturması kaçınılmaz. Ekonomi odaklı IMF’nin yapısal reformlar için vereceği reçete çok acı olacak. Hem halkın hem de iş âleminin canı çok yanacak. Dahası, Türkiye son 11 yılda tam 10 seçim yaparak çok yorulmuş, çok yıpranmış da olsa, ekonomik sıkıntıları daha da artırmamak için, seçimlerin 2020’den itibaren gündeme gelmesini engellemek mümkün değil.

 

Tuygan ÇALIKOĞLU



Bu yazı 23081 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

ÇOK OKUNAN HABERLER
FOTO GALERİ
  • Bebişler
    Bebişler
  • Yurdum İnsanı
    Yurdum İnsanı
  • FANTASTİK
    FANTASTİK
  • ATATÜRK
    ATATÜRK
FOTO GALERİ
VİDEO GALERİ
  • Doğtaş Mobilya'dan 18 Mart'a Özel Video
    resim yok
  • 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi 108'nci Yıldönümü
    18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi 108'nci Yıldönümü
  • Çanakkale 2015 Tanıtım Filmi
    Çanakkale 2015 Tanıtım Filmi
  • Barışın ve Özgürlüklerin Kenti "Çanakkale"
    Barışın ve Özgürlüklerin Kenti
  • TSK'dan Muhteşem Çanakkale Türküsü
    TSK'dan Muhteşem Çanakkale Türküsü
  • Çanakkale Gangnam Style
    Çanakkale Gangnam Style
VİDEO GALERİ
YUKARI