Üretim aracının para olduğu kapitalist sistemde, özellikle ABD, Avrupa, Japonya gibi erken sanayileşmiş ülkelerde para artık geçmişte olduğu gibi üretim ve verimlilik sağlamıyor. Çünkü sanayi uygarlığı doğal sınırlarına ulaştı, 70’lerden itibaren ucuz enerji kalmadı, küresel ölçekte yaşanan bir çevre kirliliği var, kitlesel eğitim bir işe yaramıyor, işsizlik sürekli artıyor, hem özel hem de kamu sektöründe bürokrasi işleri yavaşlatıyor, politik sistem yolsuzluklara bulaşmış durumda, nüfus yaşlanıyor, verimlilik düşüyor, kaynaklar israf ediliyor. Başta ulus devletler, merkez bankaları ve ulusal paralar olmak üzere, sanayi uygarlığının tüm kurumları ve araçları sorunları çözmekte çaresiz.
Sanayi toplumu merkeziyetçiliği, standardizasyonu ve homojenliği temsil eder. Bu uygarlıkta yetişen insanların yaşamı birbirinden çok farklı değildir. Çünkü herkes benzer koşullarda büyür. Yaşam kitleseldir. İnsanlar sisteme ve geleceğe güven duyarlar. Ancak 70’lerden itibaren insanlarda güven kaybına yol açan bir farklılaşma var. Artık kitlesellik terk ediliyor ve yerini bölünmeler alıyor. Etnisite, din ve siyasal görüşün yanı sıra, müzik tercihi ve spor taraftarlığı da bu bölünmeden payını alıyor. İnsanlarda coşku azaldı, çöküntü yaygınlaştı. Her yerde, her alanda belirsizlik var. İnsanlar bunalmış vaziyette. Hem kendileri hem de dış dünya ile ilgili kaygıları her geçen gün artıyor.
Alvin Toffler “Ekonominin Çöküşü” adlı kitabında, özellikle erken sanayileşmiş ülkeleri etkileyen iki psikolojik faktörden söz eder. Bunlar hayatın çeşitlenmesi ve hızlanmasıdır. İnsanın yaratıcılığının ürünü olan günümüz bilgi ekonomisinde, üretim verimliliği çok yüksek. Sanayi toplumunun tek tip ürünleri yerini, çeşitli ve özel ürünlere bırakıyor. İhtiyaçlar çok farklılaştı. Bu gelişmelerin sonucu yeni iş alanları açılıyor, toplum yeniden örgütleniyor, alt gruplar oluşuyor. Geçmişle karşılaştırıldığında, çok daha fazla kültür, çıkar grubu ve politik güç var artık. Çeşitliliğin farklılaşmayı, farklılaşmanın da ayrışmayı getirdiği bu sürecin siyasal ayrılıkçılığı yaratabilme potansiyeli de var. İtalya, İskoçya, İngiltere, Fransa, İspanya’da bu ayrılıkçı taleplerin nasıl yükseldiğini görüyoruz. Bunların yanında, İngiltere AB’den ayrılma kararı aldı, ABD’de de bazı eyaletlerin birlikten ayrılma talepleri dillendiriliyor.
Sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçerken, sanayi toplum anlayışını sürdürmek isteyen her alandaki yöneticiler yaşanan krizlerin başlıca sorumlusu. Sanayi uygarlığının kurumları bugün hala çok güçlü ve değişime direniyor. Yeni bir uygarlık olan bilgi toplumuna geçiş sürecindeyiz. Değişim sancılı bir süreç ve başta erken sanayileşmiş ülkeler olmak üzere enflasyon, deflasyon (Durgunluk), yüksek işsizlik, çok yavaş hatta negatif büyüme küresel ölçekte yaşanıyor. Ulus devletlerin bulabildiği tek çözüm çeşitli yöntemlerle piyasaya fazladan, yani büyümenin üzerinde para sürmek. Günümüzde devletler ne zaman mali olarak zora düşse, çeşitli yöntemlerle para birimlerinin değerini düşürüyor. Sürekli fiyat artışlarına yol açan bu politika, yarattığı enflasyonla halkların birikimlerini ellerinden alıyor. ABD bu politikayı, 1970 yılından bu yana uyguluyor ve karşılıksız olarak piyasaya dolar sürüyor. Dünyada tüm ülkelerin dış ticaret yapmak için kullandıkları para birimi olan ABD dolarının ve ona bağlı dünya finans siteminin çökme olasılığı çok ciddi. Kapitalist sistemde sürekli gelişme, üretim aracı olan parayı artırmaya bağlı. Üretim, sanayileşmenin erken döneminde, hep para arzına paralel olarak arttı. Ancak, doğal kaynakların ucuzluk dönemi artık bitti ve ekonomik büyümede zorlanan devletler, büyüme olmadığı halde para basıyorlar ve doğal olarak enflasyona yol açıyorlar. Sorun burada.
Gelecekte insan, bilgi birikimi ve onun yarattığı yeni teknolojilerle üretimin önünü kuşkusuz açacak. Ancak bilgi toplumu henüz o aşamaya ulaşmadı. Günümüz yöneticilerinin bilgi birikimleri de genel olarak yeterli değil. Sadece gelişmekte olan ülkelerde değil, gelişmiş ülkelerde de hala “sanayi kafası” ile düşünen yöneticiler var. Bilgi uygarlığının temelinde, bilgi ve teknolojinin yattığını anlayamayan yöneticiler. Bilgiden çok paranın önemine inanan bu yöneticilerin varlığı, gelişmeye en büyük engel.
Sanayi kafasına sahip politikacılar, özellikle kriz dönemlerinde üretimi artırmak ve toplumsal muhalefeti engellemek için piyasalara para enjekte etmeyi tek çare görüyorlar. Bu politikacılar, piyasaya giren paranın mal üretimi için kullanılacağını, tüketime gitmeyeceğini düşünüyorlar. Böylelikle enflasyon yaratmadan ekonomiyi büyüteceklerini sanıyorlar. Erken sanayileşme döneminde geçerli olan bu teorinin günümüzde bir karşılığı yok. Piyasaya verilen, büyümenin üzerinde fazla para, yapısal nedenlerle üretime gidemediğinde, tüketimin yanında spekülatif yatırımlara akar. Ekonomi iyice hastalandığında da, aşırı borçluluk ve işsizlik nedeniyle tüketim yavaşlar ve fazla para “sadece” spekülatif yatırımlara kayar. 2008 krizinden bu yana dünyada yaşanan, bütün ulus devletleri çaresizlik içinde bırakan ve insanlığı derin bir kaosa sokan işte bu süreç.
Tuygan ÇALIKOĞLU
tuygan@hotmail.com www.tuygancalikoglu.com.tr
Kaynak: Ekonominin Çöküşü, Alvin Toffler, 2020 Yeni Ekonomi, Erkan Öz