thejrc.org
Bugun...
Bizi izleyin:


Dr. Mithat Atabay


Facebookta Paylaş









Bir Fransız Subayı’nın Gözünden Medine Müdafii ve Ömer Fahrettin Türkkan Paşa
Tarih: 22-12-2017 09:57:00 Güncelleme: 22-12-2017 09:57:00


Medine Müdafii olarak bilinen Ömer Fahrettin Türkkan 23 Kasım 1948 günü hayata gözlerini yummuştu. Yaşadığı dönemde ismi gerek basın gerekse toplum önünde ön plana çıkmamıştı. Öldüğünde gazetelerde “mutat”  bir haber olarak yer almıştı. Hâlbuki Fahrettin Paşa, gerek Birinci Dünya Savaşı sırasında “Medine Müdafaası”nda gerekse Malta’dan döndükten sonra Türk Milleti’ne çok büyük hizmetler vermiş “kahraman” bir insandı. Fahrettin Paşa’nın ismi son yıllarda biraz da “siyasal nedenlerle” aradan yıllar geçtikten sonra yaşadığı dönemden “daha fazla” ve “sıklıkla” işitilmeye başlandı. Peki, kimdi, Fahrettin Paşa ve bu ülkeye, bu millete hizmetleri neydi? Onu “kahraman” yapan olaylar neydi?

 

Fahrettin Paşa, İngilizlerle Fransızların silah, para, yiyecek ve askeri uzmanlarla ve özellikle de Lawrence’ın altınları ve entrikaları ile destekledikleri Arap kuvvetlerine karşı 1916 yılı Temmuz ayında 1919 Ocak ayına kadar Medine’yi her türlü güçlük ve olumsuzlar içerisinde savunan bir komutandı. Medine savunması, Fahrettin Paşa’yı “Medine Müdafii” yaptı ve tarihimizin kahramanlar listesine isminin altın harflerle girmesini sağladı. Bir Fransız askeri tarihçi,  1915 yılında bölgede yaşananları ve Şerif Hüseyin’in İngilizlerin yanında yer almasını anlatırken şunları yazmaktadır:

Şerif Hüseyin tereddütlerini izale etmek için İngiltere, nihayet 1915’te gizli bir antlaşma ile Şerif’in lehinde bütün Arabistan’a, Suriye ve Irak’a şamil bir Arap İmparatorluğu tesisini vaat etmişti. Bu sırada Cemal Paşa (Bahriye Nazırı ve 4.Ordu Komutanı) Şam’da, Arap milli hareketini çok şiddetle bastırmaktaydı. Hicaz Vali ve Kumandanı Galip Paşa’ya, ilk işarette Mekke’nin umumi binalarını ve etraftaki sırtları işgal etmesi için emir vermişti. 12 Haziran 1915’te Mekke’ye iki taburla iki batarya göndermişti. Cemal Paşa, 12.Kolordu Kumandanı Fahrettin Paşa’yı da Medine Garnizonu’nu teftiş için Medine’ye yollamıştı. Burada Basri Paşa’nın kumandasında iki tabur vardı ve garnizonu takviyeye hazırlanmıştı.”

 

Bundan sonra yazar, olayların gelişimini ve Arapların nasıl Türklere karşı ayaklandırıldığını şöyle anlatmaktadır:

Diğer taraftan İngiliz savaş gemileri Kızıldeniz Limanı’na karşı harekete hazırdı. Bu gemiler 12 Mart 1915’ten beri bu limanları fiilen abluka ediyorlardı. Mısır’dan erzak ithalatının kesilmesi Hicaz2ı aç bırakmış ve nihayet Türk aleyhtarı karışıklık umumileşmişti… Bu yüzden Araplar için olayları hızlandırmak zamanı gelmişti. Şerif Hüseyin 5 Haziran 1916’da Hicaz halkını –tahminen 50 bin savaşçı- Türkler aleyhine ayaklandırmıştı.

 

Ayaklanmanın başlaması ile asi Araplar, hemen Mekke’ye hâkim oldular ve buradaki Türk kuvveti tabyalara ve kışlalara kapandı. Asiler, Cidde’ye yürüdüler.  Dört İngiliz kruvazörü tarafından abluka edilen Cidde’de bulunan küçük bir Türk muhafız birliği teslim oldu. Araplar İngilizlerden bol miktarda silah ve teçhizat aldılar. Bundan sonra Arap kuvvetleri, Mekke’deki ve Güney Hicaz’daki Türk garnizonları ile savaşa giriştiler. Birbirlerinden yüzlerce kilometre mesafesi olan ve etrafları sarılan küçük Türk birlikleri, çorak ve susuz topraklarda bir süre direndikten sonra teslim oldular. 9 Temmuz 1916 tarihinde Mekke tabyaları da teslim oldu ve Galip Paşa iki bin kişi ile Taif’e çekilmek zorunda kaldı. Taif’te iki ay on dört gün direndikten sonra 23 Eylül 1916 günü Emir Abdullah’a  (Ürün Krallığı’nın kurucu) teslim oldu. Kızıldeniz kıyısında bulunan Lidye ve Yenbuğ da Arap asilerin eline geçti.

 

Emir Abdullah’ın bundan sonraki hedefi Peygamberimizin kabrinin bulunduğu ikinci kutsal şehir ve aşağı yukarı Mekke kadar stratejik öneme sahip Medine’yi ele geçirmekti. Zaten daha 10 Haziran 1916 günü Emir Faysal ve Emir Ali şehrin ileri karakollarına saldırılar düzenlemişler ancak Medine Garnizonundaki askerler buna karşı koymuşlardı. Basri Paşa’nın emrinde bulunan taburlar mücadele etmişler ve saldırıları geri püskürtmüşlerdi. Bu olaylar üzerine Cemal Paşa, Suriye’den 42.Alay ile 130.Alayı göndererek Medine’deki birlikleri takviye etmişti. 25 Haziran’da Türk birlikleri asileri çöle sürmüşlerdi.

 

17 Temmuz 1916 tarihinden itibaren Medine’nin savunmasını “Ordu Komutanı” yetkileri ile donatılmış Fahrettin Paşa üstlenmişti. Takviye kuvvetlerle Medine Garnizonundaki kuvvet; 14 bine, dörder toplu on beş dağ bataryasına ve beş yüz kılıç ile kırk dört makineli tüfeğe ulaşmıştı. “Medine-Maan Demiryolu” da dört-beş taburla korunmaya başlanmıştı.

 

Fahrettin Paşa, asi Arap Emirlerine karşı taarruza geçerek bunlar Eylül ayında Rabuğ’a kadar sürmüştü. Fakat çorak ve susuz topraklarda ana garnizondan bu kadar uzakta askerlerinin iaşesini temin edemediğinden Medine’nin altmış kilometre güneyine dönmüş ve bütün taarruzlara karşılık veren ileri karakollarını burada konuşlandırmıştı.  Cesaretleri kırılan Araplar, yavaş yavaş evlerine dönmüştü. Silâhaltında kalanlar da ciddi saldırılardan kaçınarak sadece yağmacılık yapmaya başlamışlardı. İbn-i Reşit de Emiri olduğu Şamher’den Fahrettin Paşa’ya takviye göndermişti. Böylece İngiltere’nin Şerif Hüseyin’in isyanına bağladığı ümitler boşa çıkmıştı. Şerif Hüseyin, Türk aleyhtarı bir “milli savaş hareketi” yaratamamıştı. O nedenle müttefiki olan ve aynı zamanda hem Türklerle, hem İngilizlerle müzakerelerde bulunan Necid Emiri İbn-i Suud’un ihtiraslarından endişe duymaya başlamıştı. Şerif Hüseyin’in oğulları da vaat ettikleri “Büyük Arap Ordusunu” kuramamışlardı. Bir tek Türk Tümenine karşı dahi aciz kalmışlardı. Osmanlı Padişahı, “İslam âleminde nüfuz ve önemi, Mekke’ninki ile eşit olan Medine’ye” hâkim kalmış ve dini nüfuzu sarsılmamıştı. Bunun üzerine İngiltere, planını başka unsurlar üzerinden uygulamaya girişmişti.  Bedevilerin para ve yağmacılık konusundaki zaaflarını iyi bilen İngilizler bu yolla orduyu teşekkül edebileceklerini düşünmüşlerdi. İngiltere oluşturulacak Bedevi Ordusu için lazım gelen silah ve mühimmatı tek başına karşılamak yerine Fransa’nın bu konudaki taleplerini de devreye sokarak işe girişecekti. Bu konuda yapılan çalışmaları Larcher şöyle belirtmektedir:

1916 Ağustos ayında Fransız Yarbay Brémond kumandasındaki Fransız askeri heyeti Cidde’ye gelerek bir taraftan kıtların karaya çıkarılması için, diğer taraftan da Fransız Kuzey Afrikası ile Mısır’dan Mekke’yi büyük törenle ziyarete gelecek olan hacıları karşılamak için hazırlıklar yapmaya başladı… Mısır’daki İngiliz Başkomutanı General Murray, Hicaz için bir piyade tümeni hazırlıyordu. Fransa da Ekim ayında; Süveyş’te muhtelif sınıflardan oluşmuş bir Cezayir-Tunus müfrezesi toplamıştı. Fakat Şerif, Hicazlıların yabancı düşmanlığı karşısında bu kıtaların müdahalesini reddetmiş ve yalnız 80 millimetrelik bir Cezayir Dağ Bataryası ile birkaç uzman ve altın parayı kabul etmişti. Cezayirli Fransız öğretmen subayların sınırlı, İngiliz siyasal uzmanı Yüzbaşı Lawrence ise gizli ödeneği sayesinde daha etkili bir siyasal faaliyette bulunuyordu.

Bütün bu çalışmaların sonucunda Irak’taki Osmanlı birliklerinden kaçan ve bölgeye gelen 750 Iraklı asker ile Iraklı subaylardan “Nuri Sait (sonra Paşa)” ve “Cafer El-Askeri”nin oluşturduğu 8 bin kişilik bir kuvvet oluşturmuştu. Her saldırı girişimi sırasında bu kuvvete sayıları değişen ve altın kuvveti ile tutulan silahlı Bedeviler dâhil oluyordu. Bu Bedevilerin bazıları ok, yay ve kargı ile donatılmışlardı. Emir Faysal, Arap Ordusu’nda bu süreç içerisinde sayıları değişmekle birlikte, toplam 100 bin gönüllünün hizmet ettiğini tahmin ettiğini belirtmiştir.

 

Larcher’e göre; “Arap birliklerini Irak Araplarından gönüllü yazmak suretiyle takviye etmek kabil idiyse de İngiliz Hint Hükümeti bunu reddetmişti. Diğer taraftan Osmanlı İmparatorluğu Arapları, Hicaz isyanına pek az alaka göstermişlerdi. Türk Ordusu’nda Araplardan oluşan taburlar bile bir hayli firari vermelerine rağmen devlete sadık kalıyorlardı… Bu suretle Arap Ordusu Medine’deki Türk kuvvetlerine karşı aciz kalmış ve Emirler arasındaki ihtilaf bu kuvvetin bağımsız gruplara ayrılmasına sebep olmuştu.”

 

Şerif Hüseyin’in oğulları arasındaki ayrılıktan doğan bu grupların kuvvetleri ve harekât alanları farklılıklar göstermişti. Türk birliklerinin savaşlarda gösterdikleri bariz üstünlük karşısında Arap aşiretleri, Emirlere katılmakta tereddüt etmişlerdi. Sadece yağmacı Bedeviler, ara sıra tehlikesi az fakat ganimeti çok gibi görünen bazı küçük hareketlere katılıyorlardı. Emirler için Medine’nin ulaşım yollarını kesmekten başka çare kalmamıştı. Hicaz demiryolu kesilirse Medine, cephane ve yiyecek temin edemeyecek ve açlığa mahkûm olacaktı. Bu amaçla 1916-1917 yılarında çeşitli kereler bir araya gelen Arap Bedevi kuvvetleri karşısında, 7 bin kişilik Türk kuvveti onları dağıtmıştı. Hatta önemsiz sayılabilecek tahripleri de tamir edilmişti. Demiryolunun işlemesi hiçbir zaman Medine’nin teslim olmasını sağlayacak kadar uzun süre kesintiye uğramamıştı. Diğer taraftan Medine halkının bir kısmı da Mekkelilere olan nefretleri nedeniyle Türk kuvvetlerine yardım ediyordu. Osmanlı levazım askerleri ile Araplar arasında gönül rızası ile silah ve yiyecek alışverişi devam etmişti.

 

Ancak bu durum 1917 yılında; Suriye’de bulunan Türk Ordusu’nun çok müşkül duruma düşmesi ve Medine’deki birliklere tam ikmal ve iaşe yardımında bulunamaması nedeniyle değişmeye başlamış ve Medine’yi savunan birliklerin tedricen şehrin surlarına kadar çekilmesine neden olmuştu. 1918 yılı Eylül ayında Suriye’deki bozgun sonucunda Maan kasabasının kuzeyindeki Hicaz demiryolu hattının müttefiklerin eline geçmesi ile tamamen aleyhe dönmüştü.

 

1918 yılı Kasım ayında Emir Ali’nin karargâhında bulunan İngiliz subayları Fahrettin Paşa’ya mütareke yapıldığını bildirerek teslim olmasını teklif etmişlerdi. Fahrettin Paşa, mukaddes Medine şehrini teslim etmek için padişah ve halifeden emir istedi. Bununla birlikte emrindeki birlikleri maneviyatı ve moralleri gittikçe bozulmaya başladı. Gruplar halinde firarlar başladı. Paşa 10 Ocak 1919 günü teslime mecbur oldu. O sırada emrinde 12 tabur ve 12 top vardı. Yardımcı askerler hariç 10 bin 500 askeri mevcuttu. Fahrettin Paşa kılıcını teslim etmedi. Bunu iki sene savunduğu “Merkad-ı Nebeviye” sundu.

 

Fahrettin Paşa, Medine’yi savunduğu sırada yaşadıklarını maalesef kaleme almadı. O da pek çok Türk kahramanı gibi “Tarihi yapan, fakat yazmayanlar” grubundandı. Medine’yi 17 Temmuz 1916’dan 10 Ocak 1919 tarihine kadar 2 yıl 5 ay 24 gün bin bir mahrumiyet içerisinde müdafaa etti.

 

İngilizler, Fahrettin Paşa’yı Mısır’da esir tuttular. Buradan da Malta’ya sürgüne gönderdiler. Mustafa Kemal Paşa önderlinde Türk Kurtuluş Savaşı’nın başlaması ve giderek otoritesini önce tüm yurtta daha sonra da yurtdışında kabul ettirmesi ile Fahrettin Paşa ve diğer Malta Sürgünleri 8 Nisan 1921 tarihinde serbest bırakıldı ve yurda döndüler. Fahrettin Paşa 9 Kasım 1921 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Afganistan’a büyükelçi olarak atandı. TBMM Başkanı Mustafa Kemal Paşa Amanullah Han’a gönderdiği 18 Mart 1922 tarihli telgrafında; “Fahreddin Paşa bu kere Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmetinin itimadı tam ve kâmilesini haiz olduğu halde yekdiğerine… müstenid olması icap eden ailei-i islamiyenin iki uzvu arasında revabıtı muhadenet ve uhuvveti teşyid ve tahkim gayesile nezdi Aliyyeyi Şahanelerine Sefir ve Fevkalade Murahhas tayin olunmuştur… Müşarünileyhin Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti namına Zatı Celili Emaretpenahilerine arz edeceği bilcümle umur ve hususata ve kaffe-i tebligata tamamen itimat buyrulmasını rica ederiz” diyerek iki ülke arasındaki ilişkilere Fahrettin Paşa’nın büyük katkı yapacağını belirtmişti.

 

Fahrettin Paşa, iki ülke arasında dostane ilişkilerin gelişmesinde büyük çaba sarf etti. Büyükelçilik görevini tamamladıktan sonra yurda döndü ve tekrar askerlik hayatına kaldığı yerden devam etti. 1936 yılında Korgenerallikten emekli oldu.

 

23 Aralık 1948 Pazar gecesi Ankara treninde kalp krizinden vefat etti. Cenazesi 24 Aralık Pazartesi günü saat onda evinden alınarak askeri törenle kaldırıldı. Cenaze törenine milletvekilleri, Orgeneral Nuri Yamut, Orgeneral Asım Tınaztepe ve diğer ordu erkânı katıldı. Törene bir piyade alayı, birer deniz ve jandarma taburu, bir polis müfrezesi, deniz bandosu ve askeri bando iştirak etti. Tabutu bir top arabası üzerine konarak Fahrettin Paşa’nın elbisesi, şapkası ve madalyaları tabutun üzerine yerleştirilmişti. Cenazesi Taksim Meydanı’ndan geçerek Teşvikiye Camii’ne götürülmüş, cenaze namazı burada kılındıktan sonra Rumeli Hisarı’ndaki aile kabristanına defnedilmişti.

 

Medine’yi müdafaa eden kahraman Fahrettin Türkkan Paşa’yı hürmet ve saygı ile anarken onun emrinde savaşan gazi ve şehit askerlerimizin hatıralarını hürmetle anıyorum. Ruhları şad olsun.

 

 



Bu yazı 23515 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

ÇOK OKUNAN HABERLER
FOTO GALERİ
  • Bebişler
    Bebişler
  • Yurdum İnsanı
    Yurdum İnsanı
  • FANTASTİK
    FANTASTİK
  • ATATÜRK
    ATATÜRK
FOTO GALERİ
VİDEO GALERİ
  • Doğtaş Mobilya'dan 18 Mart'a Özel Video
    resim yok
  • 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi 108'nci Yıldönümü
    18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi 108'nci Yıldönümü
  • Çanakkale 2015 Tanıtım Filmi
    Çanakkale 2015 Tanıtım Filmi
  • Barışın ve Özgürlüklerin Kenti "Çanakkale"
    Barışın ve Özgürlüklerin Kenti
  • TSK'dan Muhteşem Çanakkale Türküsü
    TSK'dan Muhteşem Çanakkale Türküsü
  • Çanakkale Gangnam Style
    Çanakkale Gangnam Style
VİDEO GALERİ
YUKARI